Çanakkale Geçilmez

ÇANAKKALE GEÇİLMEZ
 
18 Mart 1915…
Kanla yazılmış bir kahramanlık destanı,
“Hasta adamın“yaşamak için canını dişine taktığı an,
Ölümü ölümsüzleştirenlerin hikayesi,
 “Hasta adam“gözüyle bakanlara indirilmiş ölüm şamarı,
Varlıkla-yokluk,maddeyle–mana savaşı,
Ölüme meydan okuma anı,
Bu vatanı bize emanet edenler tarafından tarihe vurulmuş damga,
Zamanın en güçlü emperyalist zalimlerinin boynunun büküldüğü an,
Osmanlıyı son demlerinde hafife alanlara verilmiş büyük ders,
“Çanakkale Geçilmez“imzasının tarihe atıldığı an.
 
Evet , 18 Mart 1915 Çanakkale zaferi hangi açıdan bakılırsa bakılsın 
insanlar,tarihçiler ve devletler açısından birçok etkileri sonuçları olan 
geçmişten- geleceğe üzerinde durulacak ve unutulmayacak tarihi anlardan bir tanesidir.
Hani , tarihte“kelime-i tevhid”bayrağı yere düşmesin diye,islam ümmetinin kanının son damlasına kadar 
cansiparane çarpıştığı anlar vardır ya,Bedir gibi,Uhud gibi,Malazgirt gibi…
İşte, Çanakkale de o anlardan bir an gibidir.
Zamanın İngiltere ve Fransa gibi güçlü emperyalist güçlerinin öncülüğünde oluşturulan “itilaf devletler “inin kısa yoldan Osmanlı’yı devirme ve İstanbul’u ele geçirme hayallerine son verildiği zaman…
250.000'den fazla vatan evladının şehit olduğu an…
Bu milletin,Osmanlının en yetşkin,en eğitimli gencecik yiğitlerinin 
“İstanbul düşmesin,Başkent işgal edilmesin“diye kendini feda ettiği an…
Evet,Çanakkale zaferi hakkında bir çok şey yazılıp söylenmiştir.
Bizler açısından ders alınması gereken bir çok maddi ve manevi yönleri vardır.
Fakat,dikkat çekilmesi gereken çarpık bir gelişmeyi gündeme getirmekte yarar vardır.
Çanakkale zaferi üzerinden 90 yıldan fazla zaman geçmiştir.
Bugün geldiğimiz noktada üzerinde kafa yormamız gereken önemli bir vakıa yaşanmaktadır.
Osmanlıyı parçalayıp bölen ve sonunda yıkan,çeşitli milletleri kışkırtıp ayaklandıran,
Çanakkale’de,Kafkaslar’da,Balkanlar’da,Yemen ellerinde,Sarıkamışta,
Necid çöllerinde ve adını sayamayacağım bir çok cephede,
yüzbinlerce insanımızın şehid olmasına neden olan İngiltere,Fransa ve İtalya gibi 
batı ülkelerini birer “medeniyet timsali “olarak görmemiz,onların başını çektiği
Avrupa Birliğine girmek için vargücümüzle çalışmamız,oldukça düşündürücü değil midir?
Bu durum,Ne kadar gaflet ve delalet içinde bulunduğumuzu göstermez mi?
Başta Çanakkale’de olmak üzere bütün cephelerde verdiğimiz şehitlerimize ihanet değil midir?

Düşünmek lazım…

Çanakkale zaferi ve Çanakkale şehitleri hakkında yazılmış en mümtaz eser 
Mehmed Akif Ersoy’un şiiridir.
Başta Çanakkale şehitlerimizi ve tüm şehitlerimizi rahmetle anıyor,
sizi Akif’in şiiriyle baş başa bırakıyorum.

Ömer Faruk Karabul.
 

 
Çanakkale   Şehitlerine
Şu Boğaz harbi nedir ? Var mı ki dünyâda eşi?
En kesif orduların yükleniyor dördü beşi.
-Tepeden yol bularak geçmek için Marmara’ya
Kaç donanmayla sarılmış ufacık bir karaya.
Ne hayâsızca tehaşşüd ki ufuklar kapalı!
Nerde-gösterdiği vahşetle 'bu: bir Avrupalı'
Dedirir-Yırtıcı, his yoksulu, sırtlan kümesi,
Varsa gelmiş, açılıp mahbesi, yâhud kafesi!
Eski Dünyâ, yeni Dünyâ, bütün akvâm-ı beşer,
Kaynıyor kum gibi, mahşer mi, hakikat mahşer.
Yedi iklimi cihânın duruyor karşında,
Avustralya’yla beraber bakıyorsun: Kanada!
Çehreler başka, lisanlar, deriler rengârenk:
Sade bir hâdise var ortada: Vahşetler denk.
Kimi Hindu, kimi yamyam, kimi bilmem ne belâ...
Hani, tauna da züldür bu rezil istilâ!
Ah o yirminci asır yok mu,o mahlûk-i asil,
Ne kadar gözdesi mevcuda ise hakkiyle, sefil,
Kustu Mehmedciğin aylarca durup karşısına;
Döktü karnındaki esrârı hayâsızcasına.
Maske yırtılmasa hâlâ bize âfetti o yüz...
Medeniyyet denilen kahbe, hakikat, yüzsüz.
Sonra mel'undaki tahribe müvekkel esbâb,
Öyle müdhiş ki: Eder her biri bir mülkü harâb.

Öteden sâikalar parçalıyor âfâkı;
Beriden zelzeleler kaldırıyor a'mâkı;
Bomba şimşekleri beyninden inip her siperin;
Sönüyor göğsünün üstünde o arslan neferin.
Yerin altında cehennem gibi binlerce lağam,
Atılan her lağamın yaktığı: Yüzlerce adam.
Ölüm indirmede gökler, ölü püskürmede yer;
O ne müdhiş tipidir: Savrulur enkaaz-ı beşer...
Kafa, göz, gövde, bacak, kol, çene, parmak, el, ayak,
Boşanır sırtlara vâdilere, sağnak sağnak.
Saçıyor zırha bürünmüş de o nâmerd eller,
Yıldırım yaylımı tûfanlar, alevden seller.
Veriyor yangını, durmuş da açık sinelere,
Sürü halinde gezerken sayısız teyyâre.
Top tüfekten daha sık, gülle yağan mermiler...
Kahraman orduyu seyret ki bu tehdide güler!
Ne çelik tabyalar ister, ne siner hasmından;
Alınır kal'â mı göğsündeki kat kat iman?
Hangi kuvvet onu, hâşâ, edecek kahrına râm?
Çünkü te'sis-i İlahi o metin istihkâm.

Sarılır, indirilir mevki-i müstahkemler,
Beşerin azmini tevkif edemez sun'-i beşer;
Bu göğüslerse Hudâ'nın ebedi serhaddi;
'O benim sun'-i bedi'im, onu çiğnetme' dedi.
Asım'ın nesli...diyordum ya...nesilmiş gerçek:
İşte çiğnetmedi namusunu, çiğnetmeyecek.
 
Şühedâ gövdesi, bir baksana, dağlar, taşlar...
O, rükû olmasa, dünyâda eğilmez başlar,
Vurulup tertemiz alnından, uzanmış yatıyor,
Bir hilâl uğruna, yâ Rab, ne güneşler batıyor!
Ey, bu topraklar için toprağa düşmüş asker!
Gökten ecdâd inerek öpse o pâk alnı değer.
Ne büyüksün ki kanın kurtarıyor tevhidi...
Bedr'in arslanları ancak, bu kadar şanlı idi.
Sana dar gelmiyecek makberi kimler kazsın?
'Gömelim gel seni tarihe' desem, sığmazsın.
Herc ü merc ettiğin edvâra da yetmez o kitâb...
Seni ancak ebediyyetler eder istiâb.
 
'Bu, taşındır' diyerek Kâ'be'yi diksem başına;
Ruhumun vahyini duysam da geçirsem taşına;
Sonra gök kubbeyi alsam da, ridâ namıyle,
Kanayan lâhdine çeksem bütün ecrâmıyle;
Mor bulutlarla açık türbene çatsam da tavan,
Yedi kandilli Süreyyâ'yı uzatsam oradan;
Sen bu âvizenin altında, bürünmüş kanına,
Uzanırken, gece mehtâbı getirsem yanına,
Türbedârın gibi tâ fecre kadar bekletsem;
Gündüzün fecr ile âvizeni lebriz etsem;
Tüllenen mağribi, akşamları sarsam yarana...
Yine bir şey yapabildim diyemem hâtırana.
Sen ki, son ehl-i salibin kırarak savletini,
Şarkın en sevgili sultânı Salâhaddin'i,
Kılıç Arslan gibi iclâline ettin hayran...
Sen ki, İslam'ı kuşatmış, boğuyorken hüsran,
O demir çenberi göğsünde kırıp parçaladın;
Sen ki, rûhunla beraber gezer ecrâmı adın;
Sen ki, a'sâra gömülsen taşacaksın...Heyhât,
Sana gelmez bu ufuklar, seni almaz bu cihât...
Ey şehid oğlu şehid, isteme benden makber,
Sana âğûşunu açmış duruyor Peygamber.

 

Mehmet Akif Ersoy
 ( Safahat , Altıncı Kitap; Asım )

 
 
 
 
 
YORUM EKLE
YORUMLAR
Şaban Varıcı
Şaban Varıcı - 13 yıl Önce

Selamünaleyküm. Değerli arkadaşım Çanakkale hakkındaki yazını okudum ne kadar olsa,da gururlanmamak elde değil, çünkü tarihler boyunca her savaşta Şehit vermiş genede hiç şikayeti olmamış genede vermeye hazır olan Çamoluk ne hikmetse bu kadar milliyetçi ve muhafazakar olmasına rağmen hala batılı zihniyetine hizmet edenlere nasıl oy kullanımında tercih etmesi beni gerçekten üzüyor. Geçmiş yılları uzun mücadelelerle dolu olan yöre halkının nasıl oluyor,da kendi halkının tamamen zıttı olan siyasilere yer veriyor anlamış değilim. İnşallah bundan sonra da ilk direnmeyi Çamoluk gösterir de laik olduğu yere gelir diye düşünüyor Allah'a emanet olun diyorum.

banner200

banner196

banner205