Osman Erilli: Efsane Değil Gerçek ışık Adam Osman Hoca - 1


Şair Ziya Paşa ne demiş ?
<< Ayinesi iştir kişinin lafa bakılmaz / Şahsın görünür rütbeyi aklı eserinde. >>
Sanki bu sözü “Osman Erilli Hocaefendi” için demiş. Çünkü asırlık çınar Osman Hocaefendi az  konuşmuş, çok iş yapmış bir aksakal ve gerçek bir toplum önderidir. O, karanlıktan aydınlığa geçiş için “okul açan” gerçek eğitimcidir. En büyük eseri “Alucra İmam Hatip Lisesi” aydınlık meşalesidir.
Tarihe ışık tutmak, gelecek nesillere örnek olmak ve hak edenin hakkına saygı duymak için; laf-söz sıralamak marifet değil, gerçekleri yazmak marifettir. Biz de bu düşünce ile ışık adam “OSMAN HOCA”yı “anlamak” ve “anlatmak” için konuşturuyoruz :

– MUSTAFA KARAÇOBAN : Değerli Hocam, öncelikle hoş geldiniz, saygılarımı sunarım. Sizin yaptırıp yaşattığınız “Alucra İmam Hatip Lisesi”nde beş yıl okudum ve son sınıfı “Gebze İmam Hatip Lisesi”nde tamamlayarak mezun oldum. Sizin öğrencilerinizden birisiyim. Önce Allah (c.c) ve sonra siz sebep olmasaydınız, belki de okuyamayacaktım. Size borcum var, ancak bu şekilde ödemeye çalışacağım.   “Giresun Yöre Gazete”mizi, seçerek röportaja razı olmanızdan da şeref duyduk, tekrar size ve bu sohbette hazır bulunan “İhsan Tekoğlu”, “Ali Erilli” ve “Ahmet Erilli” Beylere de saygılar sunar, teşrif ettikleri için teşekkür ederim.
– OSMAN ERİLLİ HOCA : Ben de size teşekkür ederim, hayırlı olmasını Cenab-ı Hak’tan niyaz ederim. Sorularınıza hatırladığım kadar cevap vermeye çalışacağım.
– MUSTAFA KARAÇOBAN : Değerli Hocam, izin verirseniz size konulara girmeden önce çok kısa birkaç soru sormak istiyorum.
– OSMAN ERİLLİ HOCA : Buyurun.
– MUSTAFA KARAÇOBAN : Değerli Hocam, bu röportajda özellikle İhsan Tekoğlu Bey’in bulunmasını neden ısrarla istediniz ?
– OSMAN ERİLLİ HOCA : (Gülerek...) İhsan Bey uzun zamandan beri beni böyle bir röportaja zorluyor ve ben de kabul etmiyordum. Sonunda böyle bir röportajın faydalı olacağına inandırdı. Onun samimi, dürüst ve açık yüreklilikle bu konuda ısrar etmesi beni etkiledi. Kendisi için değil insanlık için istiyordu, ben de kabul ettim. Aslında bu işin mimarı İhsan Bey’dir. Sebebini ona sorun.
– MUSTAFA KARAÇOBAN : İhsan Bey bu sorumuzun cevabını siz verir misiniz ?
– İHSAN TEKOĞLU : Teşekkür ederim. Ben de Osman Hocaefendi ile değerli mahdumları Ali ve Ahmet Beyleri sevgi ve saygıyla selamlıyorum. Bugün burada sanki röportaj değil de tarihi bir sohbet yapacakmışız gibi duyguya kapıldım. Hayırlara vesile olmasını dilerim. Hocaefendi benim bulunmamı isteyince, ben de Ali Erilli Hoca ile Ahmet Erilli Başkan’ın bulunmasını istedim. Sağolsunlar, uygun görüp geldiler. Gelelim sorunuzun cevabına ; çok uzun cevabı var, ama biz kısaca şu görüşümüzden dolayı Osman Hocaefendiyi ikna etmeye çalıştık ve başardık, o da şöyledir ; “Yapılan her iyi işi, takdir ve teşvik edip desteklemeliyiz. Bu yararlı işleri yapan güzel insanlar, eser bırakanlar, topluma çıkar gözetmeksizin önderlik yapanlar, Allah, din, devlet, vatan ve millet yolunda ömür tüketen “Gerçek Kahraman”ların kıymetini bilip, hakkını sağlığında vermek lazım. Sağlığında değeri bilinmeyen bu “Has Adamlar” için ; öldükten sonra ağıt yakmak neye yarar?” Kısaca görüşümüz budur, biz de bu görüşten yola çıktık.
– OSMAN ERİLLİ HOCA : Estağfirullah !
– İHSAN TEKOĞLU : Şimdi bakınız Hocaefendi hemen “Estağfirullah !” çekti. Zannediyor ki övüyoruz. Hayır övmüyoruz, hakkını teslim ediyoruz. Eğer faydalı iş yapanları övmek yanlış olsaydı, Hz. Peygamberimiz sahabenin önde gelen ve yararlı iş yapan “Gerçek Kahramanlar”ını hem de isimlerini söyleyerek övmezdi. Övmenin ayıp olanı “çıkar için yapılan övmedir.” Öyle değil mi Ali Bey, Ali Hocaefendi ? Çıkar için övenlerin ve yağcılık yapanların “yüzüne toprak serpin” mealinde bir hadis var mıydı ?
– ALİ ERİLLİ HOCA : Evet öyle bir sahih hadis-i şerif vardır. Tamamen doğruları dile getiriyorsunuz. Babamız Osman Hoca hep sessiz kalarak çalışan, iş yapan ve netice alan bir insandır. Yaptığı işleri anlatmaktan haya eder. O, yalnız ve yalnız “İlay-ı Kelimetullah” için çalışır. Ona göre “her şey hep Allah (cc) için”dir. Arkadaşlık ve dostluk konularında çok vefa sahibidir. Ben demez, biz der ve ekip çalışmasını sever. Onu başarıya götüren özelliklerinden birisi de budur. Hiçbir zaman tek başına çalışmamış, en az üç kişilik cemaat / grup halinde çalışmıştır.  Konuştukça bu yönünü göreceksiniz. Bu özelliklerini bir süre İmam Hatip Derneği yönetim kurulunda birlikte çalıştıkları İhsan Tekoğlu Bey iyi bilir. Bildiğim kadarıyla şöyle düşünür ; “Allah görüyor ya, kul görmese de olur.” (Ali Erilli Hoca İlahiyatçı ve eğitimci olup Ensar Eğitim Kurumları Kurucu Müdürlüğünü yapmıştır.)
– MUSTAFA KARAÇOBAN : Sayın Başkan Ahmet Bey siz bu konuda ne dersiniz?
– AHMET ERİLLİ : Teşekkür ederim. Ben de İhsan Bey’in görüşünü yerinde buluyorum. Kim olursa olsun, “Gerçek Kahramanlar” öne çıkarılıp örnek alınmazsa ; gençlik ve insanlık bilmeyerek “Karton Kahramanlar”ı örnek alır, onların peşine düşer. Böyle yanlışlıkların sonu uçurumdur. Esasen dertlerimizin kaynağında da bu yanlışlık ve çarpıklıklar yatıyor. <<...Emanetleri ehline verin...>> Nisa(4/58) buyruğuna uymadığımız için maddi ve manevi bedel ödüyoruz. Toplumdaki bozulma ve çürümenin sebeplerinden birisi de işte budur. (Ahmet Erilli Bey bir önceki Alucra Belediye Başkanı.)
– MUSTAFA KARAÇOBAN : Değerli Hocam, siz bu konuda bir şey söylemeyi düşünüyor musunuz ? Ekleyeceğiniz bir husus var mı ?
– OSMAN ERİLLİ HOCA: Bu yerinde görüşlere ve fikirlere iştirak ediyorum. Yolumuz  <<...Kim Allah’tan daha güzel boya vurabilir ki?...>> Bakara (2/138) ayeti ile boyanmak ve Hz. Peygamber Efendimiz’in “sünnetine uymak” olacaktır. Aynı zamanda “Ulu-l Emre” yani kanunlara da uymaktır. Okumayı ve okutmayı da çocukluğumdan başlayarak sevdim ve hala benim tek emelim budur. Hiçbir zaman unutmadığım ve aklımdan çıkarmadığım şu hadis-i şerif gençliğimden beri prensibim olmuştur; <<Hikmet (ilim) müminin yitik malıdır, Çin’de de olsa gidip bulmalıdır.>>
– MUSTAFA KARAÇOBAN : İhsan Bey röportajımızın giriş bölümü uzadı ve sanki ilim düzeyi yüksek bir panele dönüştü. Bağlayabilir miyiz efendim?
– İHSAN TEKOĞLU : Mustafa Bey mukaddime yani giriş / başlangıç iyi olursa, inşallah sonu da iyi olur. Artık yöre yayın organları da gerek basın, yayın ve gerekse fikir yapısı bakımından kaliteli olmak mecburiyetindedir. Hani çağdaşlaşıyoruz ya...Yalnız şekilde ve yüzde değil özde de çağdaşlaşırsak netice alacağımıza inananlardanım. Çünkü Allah (cc) böyle buyuruyor. Allah ile bağ kuran ilme itibar ederiz, Darwinci ilim ilim değil safsatadır. Batı’nın ateist, maddeci, Darwinci ilim adamları ilimde derinleştikçe; İslâm’ı anlayıp, kavrayıp müslüman oluyorlar. Bize ne oluyor da kendi değerlerimize yabancılaşıyoruz ? Artık yöre yayın organları laf yarıştırma, dedikodu, senlik benlik kavgası yerine eğitici ve öğretici bilimsel yayın yapmalıdır. Televole kültürü ve slogancılıktan vazgeçmeliyiz, bu işler cahillik ve seviyesizliktir. Dünya hayatı bir oyun ve eğlence olarak görülürse sonu pişmanlıkla biter. Çalışmak, üretmek ve eser bırakarak bu dünyadan iyi ayrılmak yolunu tavsiye ediyoruz. Sizin yayın organınız inşallah bu röportajla çığır açar ve örnek olur. Ben de son sözlerimi şöyle arz edeyim ; Hz. Peygamber Efendimiz Mekke’de İslâm’ı tebliğ etmeye başladığında, çıkar grupları onu davasından vazgeçirmek için ; mal, para, kadın ve krallık teklif ettiklerinde şöyle buyurmuş : <<Bir elime güneşi, diğer elime ayı koysanız, Allah’ın hak yolundan dönmem...>> Biz de bu yolu prensip edinelim ve diyelim ki; “Sağ elimize güneşi, sol elimize ayı koysanız, erdemlilik dışı ne söz söyler, ne yazar ve ne de iş yaparız.” Görüyor ve biliyorum ki, bu akşam burada bulunan değerli insanlar hep bu fikir ve ahlâk üzeredir. Netice ; Osman Hocaefendiyi yukarda dile getirdiğimiz yaşanmış örneklerle ve zorla ikna ettik. Biz onun çalışmalarının gelecek nesillere örnek olacağına inanıyoruz. Ahmet Bey Başkan’ın çok güzel ifade ettiği gibi; kim olursa olsun, iyiler örnek gösterilmezse ; kötüler örnek olur ve toplum bozulur. İş yapanlar değil, laf yapıp malı götürenler öne geçer ve “adam yerine konulur!” Daha önce Bereketzade Kurumları’nın kurucusu “Kasım Yağcıoğlu Hocaefendi”yi de bu tip bir röportajla Bizim Alucra Dergisi’nde topluma daha yakından tanıtmıştık. Bu iki zât-ı muhterem benim dostlarımdır. İş ve eser sahibi olduklarını görerek ilgi duydum. Allah rızasını kazanmak, “laf değil, iş yapan insanları” topluma örnek göstermek için bu yolu bilerek seçtim. Şu anda görünürde üçüncü bir şahıs da yoktur. Bu yolla insanlarımıza bir şeyler “anlatmaya” çalışıyoruz. Gayret bizden yardım Allah’dan olsun. Sözlerimizi şu halk deyimi ile bağlayalım ; <<“Anlayana” sivrisinek saz, “anlamayana” davul zurna az !>>  Konuyu “anlatabilmek” için bu kadar uzun konuşmaya mecburdum. Hoş görmenizi istirham ederim. Röportajınız hayırlı olsun. (İhsan Tekoğlu gazetemiz “Giresun Yöre”nin yazarıdır.)  
– MUSTAFA KARAÇOBAN : İhsan Bey size çok teşekkür ederim. Bir basın mensubu olarak görüşlerinizi paylaşıyorum. İnşallah yöre insanımıza faydalı ve kaliteli yayın yapmaya gayret göstereceğiz.
– İHSAN TEKOĞLU : Teşekkür ederim.
– ALİ ERİLLİ HOCA : Mustafa Bey, siz bu prensiplere uydukça desteğimiz her zaman sizinle olacaktır.
– AHMET ERİLLİ : Bu vesile ile yöre yayınlarının kalite ve kantite kazanmasını dilerim.
– MUSTAFA KARAÇOBAN : Değerli Osman Hocam sizi daha yakından tanıyabilir miyiz ? Nerede doğdunuz, çocukluk ve gençlik yıllarınız nerede geçti ? Soyunuz ve aileniz nereden gelmiştir ? Kısaca siz kimsiniz ?
– OSMAN ERİLLİ HOCA : 1340 (Miladi 1923) yılında Alucra’nın “Parak”, bugünkü adıyla “Babapınar” köyünde doğmuşum. Köyümüzün ismi “Barak Türkmen Boyları”ndan olsa gerek. Aile ismimiz ise; “Çağırgan Babalar”a dayanır. Orta Asya’dan gelen “Ahmet Yesevi Erenleri” olan bu erenler yedi kardeşmiş ve Alucra çevresine dağılarak yerleşmişler. Bunlardan Karaağaç, Parak, Çakmak, Boyluca ve Koman yörelerindekiler bilinmektedir. Birisi bizim dedemizmiş, “Sarı Dede” derlermiş. Sarı Dede Boyluca’daki “Çağırgan Veli” gibi ziyaret edilirmiş ve dergahına gelenler yedirilir, içirilir, misafir edilirmiş. Sarı Dede’nin Osman ve Mehmet isimlerinde iki oğlu varmış. Osman Efendi Sarı Dede’nin yerini almış. Osman Efendi’nin oğlu olmamış. Mehmet Efendi’nin Hüseyin, Osman, Yusuf, İbrahim, Salih ve Ali isimlerinde altı oğlu varmış. En büyükleri Hüseyin Efendi benim dedem oluyor. Onun oğlu Ahmet Efendi ise babamdır. Soyumuz bu şekilde gelmiş, bize büyüklerimiz tarafından anlatılanlar bunlardır. “Erilli” soy ismimiz bu erenlerden gelmektedir. Yani “Erenlik/Erilli/Erillilik/Erenoğlu” anlamında halk arasında ailemize isim olmuştur. O zamanlarda yaygın ve örgün eğitim kurumları olmadığı için, ailemizin dergahı medrese halinde eğitim veriyormuş. Sonraki zamanlarda bu dergah çalışamaz hale gelmiş. O değerli zatların zamanla izleri silinmiştir.
– MUSTAFA KARAÇOBAN : Değerli Hocam, soyunuz hakkında çok güzel bilgiler verdiniz. Demek ki, sizin seçtiğiniz “ışıklı yolun” bir kaynağı ve gözesi varmış.
– OSMAN ERİLLİ HOCA : Ben burada büyüklerimin, özellikle kayınpederim “Osman Onbaşı” (7 yıl Yemen’de savaşmış) ve onun kardeşi “İsmail Erilli Efendi”nin bana anlattıklarını size aktardım. Çevrede bazı yaşlı insanlardan da bilgiler aldım. Ne yazık ki kültürümüzde yazılı kaynak ve eser bırakmak çok geç başlamış olduğundan bu haberleri rivayet olarak ancak dilden dile aktarabiliyoruz. İnşallah bu çalışmamız tarihe ve gelecek nesillere sağlam bilgiler ulaştıracak kaynak olur.
– ALİ ERİLLİ HOCA : İzninizle yeri geldiği için bir hususu açıklamak istiyorum. İnşallah babam Osman Hoca’nın hayatını ve dolayısıyla ailemizin tarihini bir kitap halinde yazıp yayınlamayı düşünüyoruz. Gelecek nesillere hediyemiz olsun. Onlarda örnek alarak yazılı eser bıraksınlar ve kültür hayatımız sağlıklı bilgilere kavuşsun diye düşünüyoruz.  
– MUSTAFA KARAÇOBAN : Ali Bey Hocam çok önemli bir noktayı vurguladınız, teşekkür ediyorum. Değerli Osman Hocam yine sizinle devam edelim. Kısaca kendi eğitiminizden de bilgi verir misiniz ?
– OSMAN ERİLLİ HOCA : Köyümüzde rüştüye okulunu bitirmiş “Mustafa Erilli” ve “Ömer Yakupoğlu” hocalar vardı. Onlardan eski ve yeni Türkçe ile Kur’an dersleri aldım. Daha sonra Yanus’lu “Abbas Tütüncü” hocadan ben ve kardeşlerim ile köy gençleri 3 yıl eğitim aldık. Ben ayrıca Kur’an tecvid dersi aldım. Aldığım bu eğitimlerle “müezzinlik” ve “imamlık” yapacak seviyeye ulaşmıştım.
– İHSAN TEKOĞLU : Değerli Hocam, o dönemlerde bir de meşhur “Recep Hoca” varmış, rahmetli babam anlatıyordu, siz ona yetiştiniz mi ?
– OSMAN ERİLLİ HOCA : Köyümüzde okurken aramızda çözemediğimiz bir mesele olduğu zaman, Ömer Yakupoğlu Hoca çocukları bana bırakır, Recep Hoca’ya danışmaya giderdi. Daha sonra ben Recep Hoca’yı ziyaret ederek misafiri oldum, sohbetinde bulundum. Gerçekten ilim ve hikmet sahibi bir hocaydı.
– MUSTAFA KARAÇOBAN : Alucra’da ders aldığınız başka hocalar da var mı?
– OSMAN ERİLLİ HOCA : Allu köylü “İbrahim Hoca”da bizi 2 sene okuttu. Benim okumam hiç bitmedi, hem okudum hem de okuttum. İstanbul’da da okumaya devam ettim. Peygamber Efendimiz’in şu hadis-i şerif’i beni çok etkilemişti ; << Sizin en hayırlınız Kur’an öğrenen ve öğreteninizdir.>>
– MUSTAFA KARAÇOBAN : Değerli Hocam, İstanbul’a daha sonra geleceğiz, şimdi tarih sırasına göre devam edelim. Bildiğim kadarıyla siz Alucra ve Çamoluk yörelerinde imamlık ta yaptınız. Sırası gelince bunları soracağız.
– OSMAN ERİLLİ HOCA : Evet, sıra ile olursa iyi olur.
– MUSTAFA KARAÇOBAN : Değerli Hocam, o sıralarda kaç yaşındaydınız ?
– OSMAN ERİLLİ HOCA : 1942 yılında 19 yaşını bitirmiş ve evlenmiştim.
– MUSTAFA KARAÇOBAN : Ailenizi tanıtır mısınız ?
– OSMAN ERİLLİ HOCA : Erilli Ailesi kalabalık bir ailedir. Benim Ali, Ahmet ve Necati isminde üç oğlum, Ümmü Gülsüm adında bir kızım ve onlardan olan onbeş torunum var. Aslında müminler hep bir ailedir, o bakımdan ailemi çok kalabalık sayıyorum. “Alucra’lı hemşehrilerim de benim ailemdir.”
– MUSTAFA KARAÇOBAN : Değerli Hocam, aile mesleğiniz var mı ?
– OSMAN ERİLLİ HOCA : Alucra ve çevresinde ekincilik, bostan ve hayvancılık ile çarşıda esnaf ve sanatkarlıktan başka meslek yoktu. Bizim ailemiz “celepçilik” mesleği ile öne çıkmıştır. Ben de bu saydığım dallarda çocukluktan gençliğe yaşıma göre görevler aldım. Köyde bulunduğum zamanlarda ailemize her işte yardımcı oldum.
– MUSTAFA KARAÇOBAN : Değerli Hocam, askerlik görevinizi nerede ve ne zaman yaptınız, sınıfınız neydi ? Kaç yıl askerlik yaptınız ?
– OSMAN ERİLLİ HOCA : Askerlik görevimi Tunceli ve Elazığ’da yaptım. 1943 yılından 1947 yılına kadar 4 yıl askerlik yaptım. Sınıfım jandarma idi. Daha sonra Elazığ’da sıhhiye kursuna katıldım ve hastahanede sıhhiye eğitimi alarak “sıhhiye onbaşısı” oldum. Hozat Jandarma Okulu’nda bir asker hastalıktan vefat etmişti. Cenazenin defin işlerini ve dini törenlerini ben yaptım. Komutanların ve tabur imamının takdirini kazandığım için; “Osman Hoca” oldum.
– MUSTAFA KARAÇOBAN : Değerli Hocam, askeri birlikte Osman Hoca olarak neler yaptınız ?
– OSMAN ERİLLİ HOCA : Askeri hastahanede yaşlı bir binbaşımız vardı. Emekli olmamış “tabur imamlığı” yapıyordu. Kendisi hafız idi, onunla birlikte müezzinlik, imamlık ve okutmanlık yapıyorduk. Ben odasına girince ayağa kalkardı, “Efendim nasıl olur, siz hem binbaşısınız hem de yaşlısınız, neden ayağa kalkıyorsunuz ?” diye sorunca ; “Oğlum ilmin var, baş gelince ayağa kalkılır” derdi. Allah rahmet eylesin, bana aynı zamanda bir baba gibi davranırdı. Ayağa kalkması onun büyüklüğündendi. Ben de ona karşı bir evlat gibi davranıyordum.
– MUSTAFA KARAÇOBAN : Askeri birlikte imamlık yaptınız mı? Kur’an okuttunuz mu ve ne gibi çalışmalarınız oldu ?
– OSMAN ERİLLİ HOCA : Taburun iki bölüğünü okuttum. Kur’an ve ilmihal dersleri verdim. Ramazan imamlığı yaptım. Subaylarımız bize kolaylık gösteriyorlardı.
– MUSTAFA KARAÇOBAN : Değerli Hocam, o dönemlerdeki askerlikle bugünkü askerlik arasında ne gibi farklar var?
– OSMAN ERİLLİ HOCA : 4 yıllık askerlik döneminde 3 defa yürüyerek Tunceli’den Alucra’ya izine gelip gittiğimi söylersem her şey anlaşılır. O günkü Türkiye ile bugünkü Türkiye kıyaslanamaz. Ayrıca o yıllar ikinci dünya savaşı yıllarıydı.
– MUSTAFA KARAÇOBAN : Askerlik hizmetleriniz hakkında söyleyeceğiniz başka özel bir hatıranız var mı?
– OSMAN ERİLLİ HOCA : Askerlik hatıraları bitmez. O ocak kutsal bir ocak olup “Peygamber Ocağı”dır. Her şey o ocağa, vatanımıza, milletimize, devletimize ve dinimize helal olsun. Gönlümüz o ocağın kıyamete kadar açık kalarak “İstiklal Marşı”mızın şu kıtasını :
“RUHUMUN SENDEN, İLAHİ ŞUDUR ANCAK EMELİ,
DEĞMESİN MABEDİMİN GÖĞSÜNE NAMAHREM ELİ,
BU EZANLAR Kİ ŞEHADETLERİ DİNİN TEMELİ,
EBEDİ YURDUMUN ÜSTÜNDE BENİM İNLEMELİ.” tam anlamıyla yerine getirmelidir. Türk milleti ve Kafkas’lı, Balkan’lı, Anadolu’lu kardeş kavimler hep birlik olup ; Çanakkale Zaferi’ni bu millete hediye etmişlerdir. “Kurtuluş Savaşı Çanakkale’de başlamıştır.” Bizi zafere götüren yol “Mehmetçik Yolu”dur. Bu yol kesin olarak bilinmelidir ki ; “Hz. Peygamber Efendimiz’in yoludur.”
– MUSTAFA KARAÇOBAN : Değerli Hocam, gerçekten beni etkilediniz, heyecanlandım ve aklıma Çanakkale Savaşı’nda “Seyit Onbaşı”nın 270 kiloluk top mermisini kaldırıp omuzlaması geldi...
– ALİ ERİLLİ HOCA : İhsan Bey, babam Osman Hoca’nın bu özelliği onu bilinen klasik ve karışık görüşlerden ayırır. Kendisi parçayı bilir ama, bütünü de iyi görür. Hedefi “milli ve manevi değerlerin ayrılmaz bütünlüğüdür.”
– İHSAN TEKOĞLU : Ali Bey, ifade buyurduğunuz haliyle Osman Hocaefendi’yi tanıyıp analiz ettim ve bu yönünü keşfettim. İzninizle bu güzel ve faydalı tespit ve tahlillere ben de bir katkıda bulunmak isterim. Çanakkale’de bu “üstün ruh örneğini” çok yakından gören “Gazi Mustafa Kemal” kendisi anlatıyor ; “Karşılıklı siperler arasındaki mesafe 8 metre yani ölüm muhakkak. Birinci siperdekilerin hiçbiri kurtulmamacasına hepsi düşüyor. İkinci siperde olanlar yıldırım gibi onların yerine gidiyor. Fakat ne kadar imrenilecek bir soğukkanlılık ve tevekkülle bilemezsiniz. Bomba, şarapnel, kurşun yağmuru altında öleni görüyor. Üç dakikaya kadar öleceğini biliyor ve en ufak bir çekinme bile göstermiyor. Sarsılma yok, okuma bilenler Kur’an-ı Kerim okuyor cennete gitmeye hazırlanıyor. Bilmeyenler ise : şehadet getiriyor. Ve ezan okuyarak, yürüyorlar. Her yer cehennem gibi kaynıyor. 20 düşmana karşı her siperde bir nefer, süngü ile çarpışıyor, ölüyor, öldürüyor. İşte bu Türk askerindeki ruh kuvvetini gösteren dünyanın hiçbir askerinde bulunmayan tebriğe değer bir örnektir. Emin olmalısınız ki, Çanakkale muhaberelerini kazandıran bu yüksek ruhtur.” Bu üstün ruh örneğini gözleri ile görmeseydi Mustafa Kemal “İstiklal Savaşı”nı yapamazdı diye ben de Osman Hocaefendi gibi düşünüyorum.
– ALİ ERİLLİ HOCA : Ben de aynı görüşteyim.
– MUSTAFA KARAÇOBAN : Ahmet Erilli Başkan’ım, sizin bu bölüme bir katkınız olacak mı ?
– AHMET ERİLLİ : Konu o kadar güzel bir noktaya kendiliğinden geldi ki, mutluluk duyuyorum. Çanakkale ve Kurtuluş Savaşı, Balkan bozgunundan sonra nasıl yaşandı ve nasıl zafere dönüştü ? Bu soruların cevabını bulmak için “akademik heyet çalışması” lazımdır. Gerçekleri olumlu ve olumsuz yanları ile bulup, ders alarak; günümüze ışık tutmak ve incir çekirdeğini doldurmayacak boş işlerden el çekmek lazım diyorum. O dönemlerde yedi düvel bize niye, neden, niçin saldırıyordu ?  Bu saldırıların sebebini bilip ve bulup ona göre gelecek için geçerli tedbirler almak lazımdır.
– MUSTAFA KARAÇOBAN : Değerli Osman Hocam, askerlik hizmetiniz bitince, nereye gittiniz ve ne yaptınız ?      
– OSMAN ERİLLİ HOCA : Alucra’ya Parak (Babapınar) Köyümüze ailemin arasına döndüm. Bir yıl kendi köyümüzde ve bir yılda “Çamoluk Kazası Yusufeli Köyü”nde imamlık yaptım. Ayrıca “Mezmek / İğdecik Köyü”nde “Ramazan İmamlığı” da yaptım. Bu dönem 1947 - 49 yılları arasıydı, aynı zamanda ailemle birlikte celepçilik işimizi de devam ettirdik.
– MUSTAFA KARAÇOBAN : Değerli Hocam, İstanbul’a ne zaman geldiniz ?
– OSMAN ERİLLİ HOCA : İstanbul’a 1949 yılında okumak için geldim.
– MUSTAFA KARAÇOBAN : Değerli Hocam, anlaşılıyor ki sizin hayatınız çok dolu geçmiş. İhsan Tekoğlu Bey’in söylediği gibi sizi gerçek manada topluma tanıtıp, tarihe mal edebilmek için bu röportajımız birden fazla dizi halinde devam edecek. Şimdilik buraya nokta koyarak “Işık Adam : OSMAN HOCA” röportajının 1. bölümünü burada keselim. İnşallah 2. bölüm ile gelecek sayıda devam ederiz. Hepinize saygılar sunar, teşekkür ederim.

(Devam edecek.)

banner200

banner205