"TÜRK DEVLET GELENEĞİNDE “DEVLET ADAMI”

 

Yazıma başlamadan önce Firari saray şairi Vehbi’yi bulabilmek için yurt geneli yarışma ( Yarım Beyti Tamamlama) başlatan Yavuz Sultan Selim Han sual kalıbı halinde ilk beyti kendisi yazar ve gelecek cevap üzere (Vehbi dayanamaz öküzün boynuzuna da girse bu yarışmaya katılır) üslubundan tanırım ve onu buluruz der. Edebiyat tarihimize “iki şairli tek beyit “ olarak geçen bu beyit Türk devlet geleneğinin devlet adamı profilini anlayabilmemiz açısından bize yardımcı olacaktır. İşte o beyit ;



Yavuz Sultan Selim: (Sual) “Bütün Dünya benim olsa gamım gitmez nedendir bu?”


Saray Şairi Vehbi Hikmet (Cevap)” Ezelden gam türabıyla yoğrulmuş bir bedendir bu”


Devlet geleneğimizin hikemi bir tarafı var. Tarihimizin bilinebilir olduğu kısmını yakından incelediğiniz vakit bu tespiti bize yaptıran bir çok argümanlar yığını olduğunu fark edeceksiniz. Devlet geleneği karakteristik olarak kutsiyetini güncelleştiren bir yapı arz eder. Bu kutsiyetin temeli töreden gelmektedir. Eski Türklerin dünya görüşü, medeniyet tasavvuru, toplumsal düzeni ve inanç sistemlerini tayin eden sınıfsız bir toplum pratiğinin gelişmesine vesile olmuş Töre denilen bir sistemin varlığını biliyoruz. Töre, devleti sevk ve idare eden hükümdara tanrısal bir görev bilinci kazandırmış aynı zamanda adaletli bir yönetim sergilemesi konusunda adeta hükümdarın kılavuzu olmuştur. “Türk kültürünün felsefî, hukûkî ve dinî arka planını teşkil eden Töre’de, hakan oğlu ile bir yabancı yolcu arasında adâlet tevziinde fark gözetilmemesi işlerin bu bağlamda “könilik üzere” (adâlet) yürütülmesi esastı. Yani Töre’nin temel ilkesi adâletti.” (Sait Başer)


Türklerin islamiyetle tanışıklık kurmadan önce semavi karakterli bir dine sahip olduğu ve bu dinin “Töre” olduğunu, törenin tesisi içinde Gök Tanrı tarafından hükümdara tam yetki verildiği konusunda yeteri kadar ehemmiyetli bilgi var elimizde. “Tengri’de Teng bolmış Türk Bilge kağan” diye başlayan taş yazıtlar hala dim dik ayakta duruyor. Devlet adamı Türklerin devlet geleneğinde kutsiyeti olan ve ontolojik olarak da düzenin koruyucusu, tesis edicisi aynı zamanda Töre’nin işlevsel olması yönünde esaslı kararlar verebilecek misyonuna sahip bir görevle şereflendirilmiştir. Türkler, göçebe yaşam tarzları sayesinde dinamik bir toplum olabilmenin zemini sağlamış ve sınıflı olmayan adalet temelli bir medeniyet inşası ideali ile hayat sürmüşlerdir. Savaşçı karakterine sahip bir toplum olmaları nedeniyle devletlerinin yıkılması ve yeniden dirilmesi şeklinde tarihi bir seyre sahiptir. Fakat yıkılıp tekrar kurulan hiç bir devletin Töreden habersiz olduğu söylenemez. Çünkü Töre, Türk milletinin tarihi rolünü tayin edici gücünü mütemadiyen diri tutmuştur.


Töre’nin işlevselliği için hükümdar sürekli teyakkuzdadır. Verdiği hükümler anayasal mahiyeti olan Töreden bağımsız değildir. Türklerin hukuk tarihine bakıldığı vakit yazılı bir metinle karşılaşmadan önce, milli hafızaya kazılmış olan her ferdin bilinç haline getirdiği evrensel karakterli bir yasal düzenleme görüyoruz. Bu, Töredir. Töre, Türk devlet geleneğinin kaynak pınarı ve geleneğin sekteye uğratıldığı vakit tekrar olumlu bir seyir içerisine girmesi için kendiliğinden tezahür eden kutsal yapının adıdır. Bütün Türk devletleri varisi olduğu devletlerin geleneğini takip ederek kendilerine hayat alanı bulmuş ve medeniyet tasavvurlarını günümüze kadar taşımışlardır. Devlet adamları da törenin ona verdiği kutsal yetkiyi devletin bekası için kanalize etmiş ve bu uğurda cihana hizmet felsefeleri için icra sahası bulmuşlardır.


Töre temelli devlet geleneği İslamiyet ile karşılaştıktan sonra Türklerin teşkilatlanma şekillerinde ve siyasi yapılanmalarında devrim niteliğinde bir değişikliğe neredeyse rastlamıyoruz. Fakat kültürel anlamda sentetik bir yapılanmanın boy verdiği şüphesizdir. Özellikle Selçuklu İmparatorluğu bünyesel olarak farklı kimlik unsurlarına ev sahipliği yapmıştır. Burada Törenin Cihana hizmet mefkuresinin Uzak Asya topraklarında kaldığını söyleyemeyiz. Türk devlet adamları İslamın hayat felsefesinin idraki içerisinde olup kaynak olan töre ile oluşturdukları sentetik yapıyı hayat tarzlarına adapte etmişlerdir. Yönetimde gösterilen başarıların külliyen hükümdarın şahsında ve tasarrufunda olmadığı açıktır. Kültür denetleyici gücünü yönetim erkinin üzerinden çekmemiştir. Toplumun işleyişinde bu organik yapı bütün elemanlarıyla dengeli, adaletli ve hikemi bir seyir içindedir.


Türkler tarihte üstün bir ırk kompleksi içerisine girmeyip, evrensel bir dünya görüşünün mensubiyetini kendilerinde müstakil olarak gören nadir milletler arasındadır. Çünkü gelenekselliğinin temeli Töre’den gelmektedir. Osmanlı Devleti,bu gelenekselliğin bakiyesi olup yönetim tarzında da törenin hikemi duruşunun cisimleşmiş en somut örneği olarak karşımıza çıkıyor. Osmanlı devletin duraklama döneminde kurtuluş çareleri arayanların fikri cereyanları arasında gördüğümüz “Türkçülük” akımı çok milletli bir imparatorluğun yıkılmaması için revaçta           olmayan fikri teşebbüsler arasında kalmıştır. Nedeni ise üstün bir ırk kompleksi Töreye aykırıdır.

Devlet adamı töreye aykırı davranmaz. Ülkesini, milletini halkını idare edecek feraseti kendinde taşımalıdır.Büyük Selçuklu veziri Nizamülmülk siyaset namesinde şöyle diyordu: ”Hükümdar cihanı bayındır kılar. Taşradan yeraltı suları için kanallar açar; ırmaklara yataklar yaptırır, büyük suların akışı için köprüler inşa eder, yerleşim birimlerini düzenler, tarlaları ekime elverişli kılar, surları yükseltir, yeni şehirler kurar, yüksek yapılar ve görkemli meskenler tesis eder, ana ve işlek yollarda konaklar bina eder; ilim taliplileri için medreselerin inşasını buyurur. Böylece bu kubbede hoş bir seda baki bırakır; kazandığı duaların sevabına da diğer cihanda nail olur.” Türk Devletinin yöneticisi ezelden beridir devletinin bekası için çaba sarf eder. Bu onun kaderidir, çilesidir. Bu onun töresinin buyruğudur. Devlet adamı bu sorumluluk bilinciyle ömür tüketmiştir.


Türk devlet adamı genetiğinde taşıdığı sorumluluk bilincini kendine kutsal mesai alanı olarak görmüş, devleti sevk ve idarede bu bilinçten yoksun kalmamıştır. İslamiyet öncesi töre refleksli bir yönetim sergileniyor olması İslamiyetle birlikte bu refleksin ortadan kalktığını ve Arapsallaşan bir yönetme geleneğinin içerisine girildiği söylenemez. Çünkü; Selçuklu ve Osmanlı devletlerinin hükümdarları özellikle devlet yönetme noktasında kendi kanunlarını geleneksel milli kültür kaynaklı töre refleksleri ile almaları, Türk-İslam devlet geleneği adı altında yeni bir yoruma neden olmuştur. Şeriat temelli bir hukuk sergileyen İslam devletleri ile İslamiyeti benimseyen Türk devletlerinin hukuk düzeni aynı değildir. Türkler şeriat düzenini aşan töre rabıtasını koparmayan bir hukuk sistemi geliştirmiştir.


Türklerin İslamiyetle karşılaşması sonrasında cihana hizmet mefkuresi bağlamında medeniyete bilim, sanat, edebiyat gibi bir çok alanda katkılar sunduğu su götürmez bir gerçek. Çünkü ilmin nehri hep doğudan batıya doğru akmıştır. Bunu söylemekle batının oryantalist bakışını onlara çevirdiğim sanılmasın. Burada vurgulamak istediğim şey gelenekselliğinden koparılmış, töresinden uzaklaştırılmış kendi tarihini kendi yapabilen bir milletin, tarihinin başkaları tarafından yazılıyor olmasıdır.


Türk siyasi tarihini burada deşeleyecek değiliz. Amacımız geleneksel devlet felsefemiz de devlet adamının nasıl kodlandığı üzerine duruyoruz. Daha önce ki yazılarımda da belirttiğim üzere bugünün Türkiye’sinin karşılaşmış olduğu kültürel, sosyal ve askeri sorunların temel kaynağını  Cumhuriyet rejiminin Türk yaşam tarzıyla ve töresiyle  sentezlenememiş olmasında  görüyorum. Çünkü Cumhuriyetimiz aşırı derece de pozitivist bir kaygı ile tasarlanmıştır. Devlet geleneğimizin Töre kaynaklı İslami bir sentezle Cumhuriyete kadar ulaştı.  Cumhuriyetin karakteristik olarak kültürel birikimimize yabancı olmadığını biliyoruz.(Toyların kurulması kurultayların toplanması gibi  tavırlar tarihte ki   ilk demokratik çabalar arasındadır) Fakat; bugün yaşanılan sıkıntıların nedeni olarakta gelenek ile yoğrulmamış yeni rejimi hissediyoruz. Neden? Çünkü, şablon olarak ithal bir devlet felsefesiydi töre ile uyumu göz ardı edildi.  DİKKAT!!! Büyük devrimlerin gerçekleştiği bir dönüm noktası olarak tarihe geçen Türkiye Cumhuriyetinin "kurtuluş" felsefesi gelenekseldir.(Törenin devreye girmesi devletsiz olamayacağı gerçeği üzerine dirilen bir millet)  Ancak "kurulan" yeni devletin felsefesi geleneksel değildir özentilidir ve yorumlanmamıştır pozitivist bir karaktere sahiptir.  (Kurulmuş yeni  devletin idare biçimi, devrimleri ve kazanımlarının bazıları  Töre göz ardı edilerek yapılmıştır) Töreden uzaklaşılmıştır ancak Törenin hepten kaybolduğunu da söyleyemeyiz. Çünkü; "Devlet ebed müddet" anlayışında bu geçiş aşamasında bir promlem olmadığını düşünüyorum. Töre devletsiz olamayacağımız gereçeği üzerine ideal bir hedef  tayin etme gücünü hala korumaktadır. Mustafa Kemal Paşa'nın Çağdaş muasır seviyesi ile Osman Turan hocanın  kavramsallaştırdığı Törenin hedefi olan  "Cihana hakimiyet ya da hizmet mefkuresi"  arasında nitelik olarak bir fark yoktur.  


Zamanın konjoktürel yapısından dolayı  kurulan yeni devlet felsefesinin ülkemiz için hayırlara vesile olmasını elbette kurtuluş savaşımızı kazanan değerli devlet adamlarının temenisidir kuşkusuz. Fakat geleneğin sekteye uğramasınında en büyük kaynağıdır çünkü özentilidir ve yorumlanmamıştır. Cumhuriyet ile Töreli devlet anlayışı sentezlenememiştir.  Devlet adamı profili de haliyle kutsiyetini kaybetmiş törenin üzerinde ki denetleyici gücü de neredeyse yok denecek kadar azaltılmıştır. Yeni Türkiye’nin devlet adamı demokrat, sosyal, muhafazakar, laik gibi çeşitli batı kaynaklı terimlerle kimliksizleştirilmiştir. Kültürel birikimimiz angaje bir takım medeniyet tasavvurların himayesinde şekil değiştirmiştir.


Politize olmanın zamanı değil tarihimizi güncelleştirmek mecburiyetindeyiz. Devleti için milleti için çalışan bütün devlet adamlarında aynı şuur ve ferasetin teşekkül etmesi ve ettirilmesi(eğitim ile kazandırılacak tarihi şuur) elzemdir. Türk devlet adamı bir kavramdır. Basit bir sembolisazyon değildir. Bu elbiseyi giyenin tarihi ve hikemi bir duruşu vardır, siyasi kaygı taşımaz. Töresine  riayet etmek onun boynunun  borcudur. Bizim tarihimiz yoğun bakımdaki hastanın yanı başında öten cihazın zigzagları gibidir. Çıkışlar ve  inişler yaşam belirtisidir. Çizgisel olduğu vakit ölmüş demektir. Türk'ün devleti böyledir. Yıkılır yeniden kurulur fakat Töresi diridir üstü küllenir ve küllerinden bir daha dirilir. Türk devlet adamının nefsi ölü gönlü diridir. Yaşama sebebi  milletidir.


Şimdi gelelim yazımıza girizgah olan beytin açıklanmasına..


Bütün dünya benim olsa gamım bitmez nedendir bu?

Ezelden gam türabıyla yoğrulmuş bir bedendir bu..


Yavuz Sultan Selim cihan padişahıyım ama gamdan kurtulamıyoruz bunun nedeni nedir bilen söylesin? Şair Vehbi den gelen cevap şudur: Dünya saadet yurdu değil, o ahirette olacak. Sabret orada mutlu olacaksın. Bu dünya tahsil yeri değil gayret yeridir. Sen padişahsın ezelden giymişsin gam elbisesini….


                                                                                                                             Cem Ekiz


YORUM EKLE

banner200

banner196

banner205