2014-02-26 13:34:52

BİR SEVDADIR ERBAKAN

İsmail Bakırhan

26 Şubat 2014, 13:34

 
28.02.2014
Seneler önce: insanlarımızın akıl almaz zulüm ve işkenceler altında inim inim inlediği, hangi tarafa yönelse çıkmaz sokağa girdiği, kimin peşine gitse hayallerinin hezeyana uğradığı, insanlık onurunun ve duygularının daima fikir simsarları tarafından istismar edildiği, sağın gösterilerek insanlarımızın suratına solun indirildiği bir dönemde, bir adam çıktı ortaya; çilenin en koyusuyla yoğrulmuş zalimlerin zulmüne başkaldıran.
Parçası kabul ettiği milletinin kurtuluşuna adadı kendini. Yeter ki milleti kurtulsun bu zulümden. Bu ezilmişliğe, ardı akası gelmeyen akıl almaz zulüm ve işkencelere, geçmişin leheb ve cehillerine taş çıkaran, onların yaptıklarını dahi unutturan bu yabancılaşan yerlilere karşı meydana attı kendini. Bir bayrak açtı; milletinin huzura, güvene, barışa, refaha, ihtiyaç duyulan tüm güzelliklere kavuşması için. Bunca ezilmişliğe ve istismar edilmişliğe karşı o gün bir başka gündü. O ses bir başka sesti insanlar için. Ve bu millet kucak açtı bu yiğit sese, kollarını uzatarak bağrına bastı.
Çünkü bu yiğit, nice zamandır kızgın çöl kumlarında, sıcağın altında senelerce suya hasret kalan, yağmur (rahmet) mesabesindeydi bu insanlar için. Bu ses tatlı bir şarkı oldu dillerde. Kısa zamanda il il ilçe ilçe, köy köy, kasaba kasaba dalga dalga yayıldı tüm Türkiye sathına. Bir aşk, bir heyecan, bir soluk oldu havasızlıktan boğulmak üzere olan bu çilekeş insanlar için. Bu ses bir sel olmuştu kendine katılanları götürmek üzere saadet denizine. Eline bayrağını alan meydanlara iniyordu. Her yerde o mutlu güne ulaşmanın haykırışları yükseliyordu.
Artık Türkiye dar geliyordu bu asil adama. Dünya mazlumlarının da sesi, ümidi olmuştu o asil adam. Elindeki tüm imkânlarını milletinin ve tüm insanlığın kurtuluşu için seferber ediyordu. Dünya nimetleri, makam, mevki, mal, şan, şöhret azılı düşmanları dahi alı koyamıyordu bu asil adamı milletinin ve tüm insanlığın kurtuluşuna hizmet etmekten. Gecesini gündüzüne katıyordu, bu sevdayı tüm insanlığa ulaştırmak ve zulmün boğucu karanlığından tüm insanların kurtuluşuna vesile olmak için. Dolaşmadık yer, çalmadık kapı bırakmıyordu bıkmadan usanmadan.
Gecenin zifiri karanlığında, adeta mum ışığında; iğnenin ucuyla kazarak bin bir türlü zorluk ve zahmetlerle bugünlere getirmişti kurtuluş meşalesini. Kendini ve tüm imkânlarını insanlığın kurtuluşuna adamıştı. Dünya üzerinde toplu iğnenin başı kadar dahi olsa bu davanın ve sevdanın kendine ulaşmadığı bir yer, bir insan kalır ise Allah indinde vebal altında olacağına inanmıştı bu asil insan. Kurtuluş meşalesini yarınlarda hedefine ulaştırmak için binlerce engeli ye’se düşmeden azimle ve sabırla; Allah cc nun mutlak kendine yardımcı olacağı inancıyla taşımıştı bu günlere.
Neden ve kimden bahsettiğimi anlıyor musunuz? Milli Görüş Lideri Prof. Dr. Necmeddin Erbakan’dan ve Milli Görüş hareketinden. Türkiye deyince ilk o geliyor akla. Duyulunca ismi yitirilen ümitler tazeleniyor. Çanakkale’de yedi düvele karşı verilen ruh hatırlanıyor. Bu cennet vatanı bizlere emanet eden ecdada karşı minnet ruhu geliyor akla. Manen ve maddeten kalkınmış, işte ve dışta itibarı sayılan, ibadetinin, ticaretinin, siyasetinin, idaresinin ve adaletinin Ömerimsi olduğu adil bir dünya düzene sahip olmanın adıdır Necmeddin Erbakan.
İnsanlarımızın nice özlem ve hasretleri, o asil adamın adıyla özdeşleşmişti. Onu tanıyan herkes kenetlenmişti etrafında yekvücut olmuşlardı Milli Görüş çizgisinde. Çünkü var oluşsallığın üzerimize yüklediği ilahi sorumlulukların 21. yüzyıldaki pratiğin adıydı Necmettin Erbakan. Nice asil adamlar çıkmıştı bu davaya ve bu lidere gönül veren. Bir kartopu misali yuvarlandıkça büyüyor, önüne konan tüm tümsekleri de aştıkça sağlamlaşıyordu. Tabi ki bu durumdan rahatsız olanlarda vardı.
İnsanların emeğinin ve özgürlüğünün üzerine saltanat düzeni kurup keyf çatanlar, kimsenin zarar vermesini istemedikleri bu düzenlerinin geleceğinin tehlikeye düşmesini istemiyorlardı. Bu uğurda tehlike arz eden ne varsa hepsine karşı insanlık adına, devletin bekası, milletin birliği ve huzuru adına, laik demokrat Türkiye Cumhuriyeti’nin muhafazası adına milletçe savaş ilanedilmeliydi. Onlar için bu milletin varlığı: kendi menfaat ve saltanatlarının varlığına hizmet ettiği sürece bir anlam ifade ederdi. Milletin efendilere; daha iyi nasıl hizmet edebilirlikten başka talepleri olmamalıydı. Kendilerinin refah ve huzuru yerindeyse milletin refah ve huzurunun yerinde olmaması çokta dert edinecek cinsten şeyler değildi. Her kim bu düzene baş kaldırırsa mutlaka en ağır şekilde cezalandırılmalıydı. Şayet bu başarılamaz ise mutlaka karalanmalı ve insanların gözünden düşürülmeliydi.
İşte bu noktada kendi menfaat ve çıkar düzenlerinin geleceği açısından en büyük tehlikelerden biriydi Necmettin Erbakan. Bu adamı tanıdıklarından bugüne huzurları bozulmuş, gözlerine uyku girmez olmuştu. Kendi oyunları kendi başlarına dert açmıştı. Hesapları ters yüz olmuştu. Milli Görüş yirmi yedinci yılında iktidara gelmiş ve Erbakan Başbakan olmuştu. Geminin rotası batıdan doğuya çevrilmişti. Milli Görüş sadece Türkiye de yaşayan 75 milyon insanın değil aynı zamanda 1,5 milyar İslam âleminin de ümidi olmuştu. İslam coğrafyasının zenginliklerini sömüren kabbalist inanç sahibi Siyonistlerin ise korkulu rüyası olmuştu Erbakan. Bu böyle gitmezdi. Göz göre göre lades diyemezlerdi ya. Bu sebeple ellerini çabuk tutmaları gerekiyordu. Milletin uyanışına vesile olan Milli Görüş parçalanmalı ve etkisiz hale getirilmeliydi. Bu güne dek ne kadar hile ve desiseye başvurduysalar da bu hareketi durdurmada bir türlü sonuca ulaşamıyorlardı. Prof. Dr. Necmettin Erbakan bu hareketin başında olduğu sürece de Muaffak olamayacaklarına inanıyorlardı. Ne yapıp edip Erbakan gerçeği tasfiye edilmeliydi. Bu iş başarıldığı takdirde ikinci olarak düşündükleri parçalama planları başarıya ulaşabilirdi.
Tarih 28 Şubatı gösteriyordu ki bu oyunun birinci bölümü sahneye konuyordu. Bu oyunun adı “irtica ile mücadele” idi. Hatta doğuda binlerce köyün boşaltılmasına, nice köylerin yıkılıp yakılmasına, 30 bini aşkın askerimizin ve insanımızın hunharca katledilmesine sebep olan PKK bile irtica kadar tehlike arz etmemekteydi. Peki, durup dururken nereden gelmişti bu irtica tehlikesi ve kimler vardı bunun arkasında. Neydi bu irtica? Kuran’ın emri olan, bacımın başındaki başörtüydü. Annemin sırtında ki çarşaftı. Kuran kurslarıydı. İmam Hatip Liseleriydi. Kısaca inandığı gibi yaşamak isteyen herkesti irtica tehlikesi arz edenler. Kimdi peki “bugüne kadar uysal koyun gibi görünen” bu insanları bu isteklere yönlendiren. Onları hak ve hukuklarını aramaya sevk eden. Onlara göre PKK yı bile ikinci sırada bırakan bu tehlikenin başı Erbakan’dı. Bir türlü parçalanamayan Milli Görüştü. İşte buydu irtica ile mücadele. Kimsenin kendilerine hesap sorma hakkı yoktu. Hesabı ancak onlar sorabilirlerdi. Yekvücut olmuşlardı “menfaatlerini kaybetmemek uğruna” irtica ile mücadele için. Nihayet irtica ile mücadele adına birinci senaryoya son nokta konmuş, RP kapatılmış, Necmettin Erbakan ve dava arkadaşlarından bir bölümü yasaklı hale getirilmişti. Her şeye rağmen o asil adam gülüyordu. San ki o zalimler güruhunun bilmediği bir gerçeği biliyor ve görüyormuş gibi. Şunları söylüyordu TV ekranlarından. “üzülmeyin, gevşemeyin inanıyorsanız mutlaka üstün gelecek sizlersiniz” sabır ve daha çok gayret. Onlar bizi bir tabela sıkıntısına sokacaklar hepsi bu diyordu.
Evet, zinde güçler ve onların içerdeki işbirlikçi uşakları (sonucunun neye mal olacağını bilmeseler de) birinci oyunlarını başarı ile tamamlamışlardı. Lakin henüz işleri bitmemişti. O asil insan ve gönül ehli tasfiye edilmişti ancak o hareketin devamı olarak gördükleri FP vardı sırada. Nefes aldırmadan onu da sıcağı sıcağına kapatmalıydılar. Nitekim hızlarını kesmeden birtakım sebep ve bahanelerle FP’nin de RP’den farkı yok buda Milli Görüş’ün bir uzantısı diyerek onu da kapattılar. Böylece Milli Görüş hareketini siyasi arenadan kendilerince zahiren bitirmişlerdi. Ancak içlerinde bir kuşku vardı. Ya bu hareketin mensupları ( demokrasi oyunu içerisinde) yeniden bir parti kurar da karşılarına dikilirse ne olacaktı. Bunu da kapatmaya teşebbüs ederlerse durumu dışarıya nasıl izah edebilirlerdi. Kıralın haksız olduğu ortaya çıkmaz mıydı? Anlaşılan senaristler senaryolarını iyi yazmış ve bu senaryoyu sahneye koyanları derslerine iyi çalıştırmışlardı.
Milli Görüş hareketine öncülük eden kimi zevata “bakın gittiğiniz yol, yol değil. Dünya gerçeklerini yok saymamalısınız. Bu iddialarınızla hiçbir zaman iktidar olamazsınız. Gelin kendinizi dünya gerçeklerine göre yeniden tanımlayın. Siz dünya içerisinde küçük bir parçasınız. Peşinden gittiğiniz şahsın dediği gibi büyük bir güç değilsiniz. Sizin varlığınız bize bağlı. Bizi yok sayarsanız yaşam alanlarınızı hepten daraltırsınız. Artık sizin medeniyetiniz yok. Bizim medeniyetimiz var. Bakın güç bizim elimizde ve dünyayı biz kontrol ediyoruz. Gelin sizlerde bu medeniyetin bir parçası olun. Bu medeniyet içerisinde size de yer ve görevler verelim. Şayet bizi dinler bu gerçekleri kabul ederseniz İşte o zaman başbakanda Cumhurbaşkanı da olmanızın önünde hiçbir engel kalmaz dediler ve böylece bir korku psikolojisi yaydılar.
 Ne yazıktır ki yıllarca Milli Görüş savunuculuğunu yapanlar küçücük dünya nimetlerine karşı yeryüzünde yegâne izzet ve şeref elbisesi olan milli görüş gömleğini çıkarıp bir çırpıda attılar.
Milli Görüş hareketini tamamen etkisiz hale getirmek isteyen kabalist Siyonistler böylece senaryolarının ikinci bölümünü oynamak üzere oyuncularına kavuşmuş oldular. İsrailli bir Siyonist profesörün yüksek tirajlı gazetelerden birine verdiği demeçte aynen şöyle diyordu “Milli Görüşü böldük Erbakan’ın üzerine de beton döktük, birdaha kalkamayacak” diyordu.
Bu zalimlerin göremediği bir gerçek vardı. Milli Görüş’ün kaynağı beşeri ideolojiler değildi. “Onlar ağızlarıyla Allah (cc)’nun nurunu söndüreceklerini sanıyorlardı; Hâlbuki bunu hiçbir zaman başaramayacaklardı.” Evet Milli Görüş kendini yüceltecek kalplere düşmüştür. Bütün engellemelere rağmen gelecek Milli Görüş medeniyetinin asrı olacaktır. Ne mutlu; bu dava uğruna, safların da ayakları üzerine sapasağlam duranlara. Ne mutlu; bu dava uğrunda, azınlık olmayı batıl davalar da çokluk olmaktan daha şerefli kabul edenlere.
Ey zulüm ehli! Açıp bakmaz mısınız ki tarih nice sizin gibi olanları bütün insanlığa ibret olsun için kara sahifelerine kaydetti. Yoksa ölmeyeceğinizi mi zannediyorsunuz? Hani; nerede? Musalara musallat olan Firavunlar. Hani; nerede? İbrahimleri narında yakmaya çalışan Nemrutlar. Hazinesinin anahtarını yetmiş deveye taşıtan Karunlar nerde? Hz. Muhammed’e ve onun getirdiklerine “menfaatleri ne ters düştüğü için” savaş açanlar; Ebu Cehil-Ebu Lehepler nerede?
Bilesiniz ki: denizleri yarıp Hz.Musaya ve askerlerine yol veren; onları takip eden firavun ve askerlerine karşı denizi mezar eden ALLAH’TIR. Narında İbrahim’i yakmaya çalışan Nemrutun Narını Hz. İbrahim’e nur eden ve o ateş yığınını serin bir bahçe haline getiren cenabı ALLAH’TIR. Kendini dünyanın efendisi gören Karun’u hazineleriyle yerin dibine geçiren yine o ALLAH’tır. Hz. Muhammedi (s.a.v) ve ashabına kendi beldeleri olan Mekke-i mükerremeyi dar eden ve yaşanmaz hale getiren Ebu Cehillerin ve Ebu Leheplerin zulmüne karşı; Medine’yi habibine, onun pak ashabına mesken eden ve sürgün edildikleri beldenin fethine karargâh kılan yine o kuvvet ve kudret sahibi olan cenabı ALLAH’TIR.
Bize karşı bizden gizlice hazırladığınız tuzaklarınız olabilir. Ancak şunu bilesiniz ki; bütün hilelerden hakkıyla haberdar olan yüce ALLAH’IN da sizin hilelerinize karşı bizim lehimize olacak hesapları var. Mutlaka galip gelecek olan hesap ise ALLAH’IN hesabı olacaktır. Bir gün tüm hile ve desiseleriniz ayaklarınıza dolaşacak. Sizler de sizden önceki zulüm ehli gibi tarihin kara sahifelerine, yaptıklarınızla beraber tüm insanlığa ibret olarak asılacaksınız.
Ey hakkın ve halkın temsilcileri! Üzülmeyin, gevşemeyin, ümitlerinizi yitirmeyin. İnanıyorsanız mutlaka ve mutlaka üstün gelecek sizlersiniz. Zulmün karanlığına hakkın nuru doğmak üzere.
Karanlığın en koyu olduğu an gecenin şafağa en yakın olduğu andır. İnsanlığı donduran kış mevsimi bitmek üzere. Açan kar çiçekleri baharı haber veriyor. Bakın sevdalar yeniden yeşeriyor. Mazlumların duası gökyüzüne yükseliyor. Göklerden bir haber zafer müjdeliyor. Selam olsun kutlu davanın asil erlerine.
 
Kırılırda bir gün bütün dişliler
Döner şanlı şanlı çarkımız bizim
Gökten bir el yaşlı gözleri siler
Şenlenir evimiz barkımız bizim.
 
İsmail BAKIRHAN
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
Sitemizden en iyi şekilde faydalanmanız için çerezler kullanılmaktadır.