2012-02-27 17:11:44

ŞUBAT SOĞUĞU

Fatih Aydın

27 Şubat 2012, 17:11

 ‘’‘’Biz Bahar Ülkesi’nin çocuklarıyız. Bahar Ülkesi’nin, hiçbir baharı yaşamamış çocukları… Hep, bir gün bahar gelecek diye ümitle bekleriz. Hele bir de ufukta Mart göründü mü, ümidimiz heyecana döner ve “Bu sefer tamam” deriz... Ama kucaklamak için ellerimizi açtığımızda illa ki soğuk bir rüzgar eser; yüzlerdeki gülümsemeyi, sevincin gözyaşlarını, damardaki kanı donduran soğuk bir rüzgar...’’
Bir dönemin fenomen dizisi ‘’Şubat Soğuğu’’ bu cümlelerle çıkmıştı seyirci karşısına. Senaryosunu Mahmut Bengi’nin yazdığı ve yönetmenliğini Demir Keskin’in yaptığı dizi 78 bölüm sürmüş, lehte veya aleyhte çok fazla ilgi görmüştü. Kimilerine göre dizi ‘’derin devleti’’ anlatıyordu. Senaristin, ülkemizde gerçekleşen konjonktürel gelişmeleri önceden bildiği ve senaryolaştırdığı bile söylenmişti. Dizi, hafızalarımızda Türkiye gerçeklerinin izini bırakarak arşivdeki yerini aldı.

Dizinin senaryosunun kaynağını bilemiyoruz. Ancak yaşadığımız ve bizzat şahit olduğumuz o kadar çok ‘’soğuk’’ oldu ki, etkisi bir kuşağı ‘’darmadağın’’ etti. 28 Şubat 1997 darbesinden bahsediyoruz…

Bu öyle bir süreçti ki, planları yıllar öncesine dayanıyordu. 2 Temmuz 1993 tarihinde gerçekleşen Sivas olaylarının bile 28 Şubat darbesine zemin hazırlamak için planlandığını iddia edenler vardı. Mehmet Ali Birand’ın ‘’Son Darbe: 28 Şubat’’ isimli belgeselinde, görevi ‘’kurtarmak’’ olan itfaiye erinin ‘’öldürmek’’ maksadı ile Aziz Nesin’i camdan aşağı atma görüntülerine şahit olduk.

Öfkeliği kalabalığın önünde yer alan polis ve askerin cılız müdahaleler yaptığı ve ‘’dostlar alışverişte görsün’’ anlayışı ile hareket ettiğini doğrulayan dönemin Kültür Bakanı Fikri Sağlar, Sivas Emniyet Müdürü ve Sivas Garnizon Komutanının Vali’yi aldattığını, bu sözü bizzat Valinin kendisinden duyduğunu ifade ediyor.

28 Şubat darbe sürecinin basamaklarından biri sayılan Sivas olayları için, Alevi vatandaşlarımızın önde gelen liderlerinden yazar Ali Balkız, olayların tam ortasında, komutanların askeri bırakarak araçları ile alandan uzaklaştıklarını anlatıyor.

1993 yılı gerçekten enteresan bir yıl olmuştu. Usta gazeteci Uğur Mumcu suikasta kurban gitmiş, Orgeneral Eşref Bitlis ve Türkiye’ye çağ atlatan Cumhurbaşkanı Turgut Özal ise bu yıl içinde şüpheli şekilde hayata veda etmişlerdi.

1994 yılında patlayan ekonomik kriz, 1995 seçimlerinde birinci olan Refah Partisi’nin ‘’kasten’’ iktidar dışında bırakılması takip eden olaylar olarak kayıtlara geçti.

8 Temmuz 1996’da ‘’zorunlu olarak’’ kurulan Refahyol Hükûmeti iş başına geldiğinde savaş tamtamları çalmaya başlamıştı. Başbakan Erbakan’ın Afrika gezisi, Susurluk kazası ve basında çıkartılan türlü türlü haberlerin sonrasında, 28 Şubat 1997 tarihinde yapılan Milli Güvenlik Kurulu toplantısını müteakip, o meşhur kararlar herkese ihtar edildi.

Darbe öncesinin süslü ‘’tavsiyesi’’ olan bu kararlarla ordu hükûmete ‘’muhtıra’’ vermişti.

Artık,

-MGK’nın, laikliğin (!), demokrasinin (!) ve hukukun (!) teminatı olduğu,

-Okulların denetlenmesi ve cemaâtlere bağlı okulların MEB'e devredilmesi gerektiği,

-8 yıllık kesintisiz eğitime geçilmesi ve Kur'an Kurslarının denetlenmesi gerektiği,

-Ordudan atılanları savunan ve orduyu din düşmanıymış gibi gösteren herkesin kontrol altına alınması gerektiği,

-Kıyafet Kanununa (!) riayet edilmesi gerektiği,

-Kurban derilerinin derneklere verilmemesi gerektiği,

gibi pek çok karar alındı ve hükûmete dayatıldı.

İşte o anda zulüm had safhaya ulaştı. Türkiye Cumhuriyeti tarihinde ilk defa ‘’denk bütçenin’’ başarılması ve memur maaşlarının tarihin görmediği oranda artırılması ‘’postallıların ve yardakçılarının’’ umurunda değildi. Üniversitelerde ‘’ikna odaları’’ kuruldu. 13 yaşındaki İmam Hatip Lisesi öğrencisi kızlar polis tarafından tartaklandı ve güç kullanılarak başörtüleri açılmaya çalışıldı. Refah Partisi ‘’ayak oyunları ile’’ iktidardan uzaklaştırıldı, yetmedi tarihin tozlu raflarına gönderildi. Toplumun çoğunluğuna kan kusturuldu.

8 yıllık kesintisi eğitim düzenlemesi ile 15 yaşından küçük çocukların Kur’an Kursu eğitimi alması dolaylı olarak yasaklanırken, İmam Hatip Liselerinin orta kısımları kapatılmış oldu. Kurban Bayramlarında, vatandaşın Türk Hava Kurumu ve Mehmetçik Vakfı dışındaki kurumlara bağış yapması yasaklandı.

Bizzat yaşadığımız mağduriyetler vardı.

-Çok yakın bir tanıdığım Marmara Bölgesi'nde yer alan bir üniversiteden ‘’başörtüsü’’ sebebi ile atıldı ama tasdiknamesine ‘’eğitim harcını ödemediği için kaydı silinmiştir’’ yazıldı. Bu kişi okuluna Azerbaycan’da aynı bölümde devam etti ve mezun oldu. Ancak YÖK, ÖSYM Kılavuzunda yer vererek tanıdığı bu üniversite ve bölüme denklik vermedi. İşin acı yanı aynı yıl içinde aynı üniversite ve bölümden mezun olan diğer tüm öğrencilere denklik verilmişti. Bu kişi uzun mücadeleler sonucunda ancak 2010 yılında denkliğini alabildi ama artık iş işten geçmişti. Tam 14 yılı boşuna geçmiş ve iş imkanı bakımından ‘’sıfırı tüketmişti’’. Şimdi kendisine bu acıyı yaşatanlara bol bol beddua gönderiyor.

-Anadolu yakasında bir İmam Hatip Lisesi önünde küçücük kızlar çembere alınmış ve polis tarafından zorla başları açılmaya çalışılıyordu. Velilerin direnişleri ile polisin baskısı altında kalan okul idarecileri ne yapacaklarını şaşırmışlar, memuriyetlerini feda etme pahasına da olsa polise direnmişlerdi.

-Göztepe’de bulunan bir okulda üniversite sınavına girecek olan kız öğrenci, başörtülü sınava girebilirsin denilerek binaya alınmış ancak içeride başını açacaksın diye tehdit edilmişti. O kız öğrencinin sınavı yarım bırakarak hıçkırıklarla binayı terk edişini gören vatandaşların yürekleri paramparça oldu. Kanlı gözlerle o gün sınavı terk eden kız öğrenci geleceğini çalan malum kişilere ‘’rahmet okumaya’’ devam ediyor.

Binlerce örnek versek bile yaşanan mağduriyeti tam olarak anlatabilir miyiz bilemiyoruz. O günlerde ‘’hoca’’ diye ekranlara çıkartılan, fakat bir derginin yönetim katında sakal ve saç traşı yapılarak takım elbise giydirilen hoca süsü verilmiş şaklabanların, dört kadınla evlenmeye izin veren şeriat kurallarının kurbanı olduğu söylenen ve başörtülü dindar kız edası ile iki gözü iki çeşme ekranlarda ağlayan hayat kadınlarının ateşe körük olarak kullanıldığı o karanlık yılların hesabının ne zaman sorulacağını büyük bir merakla beklemekteyiz.

Başbakan – Büyükanıt görüşmesinin bir 28 Şubat pazarlığı olduğunu söyleyen ‘’Dolmabahçe Bülbülleri’’ olsa da buna inanmak istemiyoruz.

1980 darbecilerine dokunan, 1993 – 1996 arasındaki faili meçhul cinayet olaylarına dokunan, 2003 ve sonrasındaki darbe girişimlerine dokunan ‘’yargının’’ arada kalan bu dönemi atlamayacağını ve mutlaka dokunacağını umut ediyoruz.

Biz Bahar Ülkesi’nin çocuklarıyız. Bu sefer gerçekten ''tamam’’ demek istiyoruz.

Hoşça bakın zatınıza…


Sitemizden en iyi şekilde faydalanmanız için çerezler kullanılmaktadır.