HAKKIN OLAN BİR DÜNYA-2


 
     Geçen yazımızda “HAKKIN OLAN BİR DÜNYA” başlığı altında hak merkezli sosyal yapılanmadan, bu yapılanmanın temel dinamiklerinden bahsetmiştik. İnsanlık tarihi boyunca medeniyetler iki temel anlayış ve inanç üzerine kurulmuştur. Biri peygamberlerin öncülük ettiği hakkın üstünlüğü anlayışı üzerine kurulan ve temelini vahyi hakikatin oluşturduğu “HAK MERKEZLİ” medeniyet; Diğeri ise Kuvvetin üstünlüğü anlayışı üzerine kurulan “KUVVET MERKEZLİ” medeniyettir. Bu medeniyete ise her zaman firavun-i zihniyet öncülük etmiştir.
      Hakkı üstün tutan medeniyetler her zaman insanlığa huzur barış ve saadet getirmiştir. Kuvveti üstün tutan medeniyetler ise insanlığa her zaman kan gözyaşı ve zulüm getirmiştir.  "Kuvvet merkezli" tekelci dünya görü­şünün hâkim olduğu toplumlarda sosyal yapılanmayı siyasi ve iktisadi tekel konumunda olanlar, geliştirdikleri teoriler ve koyduk­ları ölçülere göre biçimlendirirler. Geliştir­dikleri yöntemler ile kendi iktidar ve menfaatlerine sürek­lilik kazandıracak şekilde sosyal yapıyı şe­killendirirler. Sosyal yapıyı belirleyen hâkim etken kuvvet olduğu için ekonomik ve siyasi gücü ellerinde bulundurma ayrıcalığına sa­hip olanlar bölüşümde payın büyük bir bölümünü alırlar. Kuvvet merkezli sosyal yapılanmanın amacı tekelci konumunda olan­ların menfaatlerini korumak ve onların pay­larını arttırmaktır. Bu tür sosyal yapının hâkim olduğu toplumlar ayrıcalıklı toplumlardır. 
        Bu toplumlarda çatışma süreklidir. Siya­si tekelin hâkim olduğu toplumlarda insanlar "korku" ile, iktisadi tekelin hâkim olduğu top­lumlarda ise "açlık" ile tehdit edilerek kontrol edilirler. Sosyalizm'de sosyal yapılanma siyasi tekelin etkisinde biçimlenmiştir. Kurum ve ku­ralları koyan ve uygulayan siyasi tekel konu­munda olan partidir. Kapitalizmde ise sosyal yapı iktisadi tekel konumunda olanların istek ve arzusu doğrultusunda biçimlenir. Her iki sistem "Kuvvet Merkezli" dünya görüşüne da­yanmaktadır. Bu dünya görüşüne göre "hakkı" belirleyen kuvvettir. Hak verme ve alma tekel konumunda olanların elindedir. Bundan do­layı "hak verilmez alınır". Kuvvetlinin elinde hakkı ancak kuvvetliler alabilir. Toplumun or­tak gücünü temsil eden devlet sürekli tekel konumunda bulunanların denetimindedir. Bölüşümde hâsılanın büyük bir bölümünü si­yasal iktidarı etkileyenler alır.
       "Kuvvet Merkezli" dünya görüşünün hâkim olduğu toplumlarda sosyal yapının bu an­layışa göre biçimlenmesi doğal olduğu gibi; "Hak Merkezli" dünya görüşünün hakim ol­duğu toplumlarda sosyal yapılanma halkın dünya görüşü ve değer ölçülerine göre şekil­lenmesi gerekir. Sosyal yapılanmanın toplu­mun dünya görüşü ve değer ölçülerine ters düşmesi çelişki ve çatışmaları arttırır. Sosyal gelişmeyi yavaşlatır. Hak Merkezli dünya gö­rüşünün hâkim olduğu bir toplumda dünya görüşü ve değer ölçüleri değişmeden "Kuvvet Merkezli" dünya görüşüne göre oluşan kurum ve kuralların uygulanması toplumsal çelişki ve yozlaşmaları kaçınılmaz kılar.
       "Hak Merkezli" dünya görüşüne göre yeniden yapılanmanın tarihte öncülüğünü peygamberler yapmıştır. Her peygamber getir­diği mesajıyla bulunduğu toplumlarda yeni­den yapılanmayı başlatmıştır. Bozulan kurum ve kuruluşları yeniden yapılandırarak (ıslah hareketiyle) sorunları çözme, nimet-külfet dengesini sağlama özelliğini arttırmaya çalış­mıştır. 
       Peygamberlik müessesesi Hz. Muhammed (s.a.v.) ile son bulmuştur. Hak merkezlidünya görüşüne göre sosyal yapılanma artık peygamberlerin önderliğinde Gerçekleşmeyecektir. Onların dünya görüşünü benimseyen varisleri olan âlimler "Tevhidi" dünya görüşü­ne göre teoriler geliştirecekler, bunları kitlele­re anlatacaklar ve kitleler teşkilatlanarak sos­yal hayatta "Hakk’ı hâkim kılacaklar", ve "nimet-külfetin" adil bir şekilde bölüşülmesine ortam hazırlayacaklardır. 
      Müslümanların ferden ve topluluklar olarak sosyal hayatta "Hak'ı hâkim kılma" ve "adaleti tesis etme" gayretleri, sahip oldukları inançları gereğidir. Bir Müslüman günlük yaşantısında attığı her adımda hakkın hoşnutluğunun olup olmadığını gözetmek durumundadır. Bu gayret içinde olmayan Müslümanların zilletten kurtularak izzete ulaş­maları mümkün değildir.
       Bugün İslâm âlemi "Kuvvet Merkezli" dünya görüşünün etkisi al­tındadır. Müslümanların anlayışına ters düşen bu görüşe göre biçimlenen sosyal yapı insanlığı bir uçurumun kenarına getirmiştir. Türkiye ve İslâm âleminin sorunlarına bu yapı içinde çözüm bulmanın imkânsızlığı ise ortadadır.  Vahim olan şudur ki; içerisinde bulunduğumuz şu asırda meydana gelen sosyal, siyasal, ekonomik, vb. problemlerimize karşı Müslüman âlim, aydın ve önderler kendi değer ölçülerimizden (kuran ve sünnet) müessir şifa kaynakları geliştirerek onları tatbik etmek yerine; kuvvet merkezli medeniyetin ön gördüğü ölçüleri kabullenerek bir bilinmeze doğru ilerlemektedir.Haktan yana halkın olan bir dünya için esen kalın.
 
                                                                                                               İsmail BAKIRHAN
 
 
 
YORUM EKLE

banner200

banner205