HAKKIN OLAN BİR DÜNYA


      Tarih boyunca toplumların sosyal yapı­ları sahip oldukları dünya görüşlerine göre şekillenmiş ve değer ölçüleri doğrultusunda farklı olmuştur. Bir toplumun kendi dünya görüşüve değer ölçüleriyle çatı­şan bir sosyal yapıyla o toplumda ortaya çıkan sorunları çözmesi müm­kün değildir. Toplumun değer ölçüleriyle çe­lişen bir sosyal yapının dayatılması yaşam dengelerini bozacağı gibi sos­yal çelişkileri de artıracaktır. Karşılaşılan sorunların kronikleşerek sarmallaşmasına zemin hazırlayacaktır. Tarih boyunca toplumların sosyal yapılanmaları, inanç ve değer ölçüleri­nin oluşumu "Hak" ve "Kuvvet" merkezli dünya görüşlerine göre şekillenmiştir.
       Hak merkezli inanç ve anlayışa göre sosyal yapılanma her zaman ve mekân da tüm şekillenmelerde "Tevhi­di" inancı esas kabul etmiştir. Bu an­layış ve inanca (İslam) göre kâinatı insan için yaratan Allah (c.c.), insanı da ancak kendine kulluk etsin için yaratmıştır.  Yaratılmışların en şereflisi kıldığı insana verdiği akıl ve yeteneklerle ihti­yaçlarını karşılayacak müesseselerin nasıl oluşacağını ve işleyeceğini tayin eden temel ku­ralları da vahiy yoluyla elçileri üzerinden tüm insanlığa bildirmiştir. Tüm bunları hangi esas ve usullere uygun yapacağının rol modeli ve şaşmaz ölçüsü olarak da insanların içerisinden peygamberler göndermiştir. Tüm Pey­gamberler mevcut sosyal yapının bozulduğu, sorunların arttığı dönemlerde Allah cc nun insanlara olan sonsuz büyük merhamet ve şefkatinin sonucu olarak gelmişler ve toplumun denge ve düzenini sağlayacak sosyal yapıyı biçimlendiren vahiy eksenli kuralları ortaya koymuşlar. Bu kurallara göre yeniden sos­yal yapıyı kurmaya çalışmışlardır.
      Sosyal ilişkilerde haklının korunduğu, sosyal müesseselerin haklının lehinde işlediği, her çeşit tekelleşmenin engellendiği ve sosyal hayatta nimet-külfet dengesinin sağlan­dığı bu tür sosyal yapılanmaya "Silm" (barış) sosyal yapılanma denilmektedir. Bu dünya görüşünün hâkim olduğu toplumlarda gönül­lü işbirliği esastır. Devletin esas görevi kişilerin bireysel iradelerini (irade-i cüzıyyelerini) serbestçe kullanmalarına ortam hazırlamaktır.
      "Hak merkezli Dünya" görüşüne göreinsan yaradılış gereği hak sahibidir. Hakkı ve­ren Allah(İlah) dır. Devlet hak dağıtma mües­sesesi değildir. Özgürlükler adına yaratılış hilkatine muhalif arzuların önünü açarak toplumu fesada sürükleyen anlayışlara asla müsaade etmez. Tabi bu kaide hakkı hak sebebi sayan inanç sahipleri için geçerlidir. Devlet Hakkı ve haklıyı koruyan bir müessesedir. Varlık nedeni hakkı korumaktır. Hakkı korumayan ve insan haklarına tecavüz eden devlet varlık nedenini ortadan kaldırmış olur. Devletin meşruiyeti, insanların doğuştan sahip olduğu haklarını ko­rumak, tekelleşmeyi önlemek ve hayırda yarışı sağlamaya bağlıdır. Bu temel görevler yerine getirmeyen devlet bu anlayışa göre meşrulu­ğunu kaybetmiş sayılır.
       Bütün peygamberlerin kurulmasına ça­lıştıkları bu sosyal sistem İslâm nizamı ve siste­min inanç ve dünya görüşü ise İslâm dinidir. İslam dinî Müslümanların inandıkları bir inanç sistemidir. İslâm nizamı evrenseldir. Bütün insanlık için rahmettir. İslâm nizami herkes için barış düzenidir. Hak merkezli bu sistemde sosyal yapılanmanın amacı "Hakk’ı hâkim kılmak" ve "nimet-külfet dengesini" sağlamaktır. İslam hiçbir şart altında bir başka hak anlayışının şemsiyesi altına girmez ve bunu asla kabul etmez.
      Hz. İbrahim'in Mezopotamya'da, Hz. Musa'nın Mısır ve Filistin'de, Hz. Süleyman ve Hz. Davud ve İsa’nın Filistin'de ve Hz. Muhammed'in (a.s.) Medine'de kurdukları nizam İslam nizamiydi; Emevi, Abbasi, Selçuklu ve Osmanlı Devletleri hak merkezli sisteme göre sosyal yapılarını oluşturmuşlardır. Bütün pey­gamberler bozulan sosyal yapıyı "Hak Merkez­li (Tevhidi) Dünya Görüşüne" yeniden yapı­lanmayı gündeme getirmişlerdir.
     İslam dünyası ve Osmanlı Devleti'nde meydana gelen değişmelere bağlı olarak sos­yal yapılarını halkın inanç ve değer ölçülerine göre yeniden yapılanma süreci başlatılmadığı için batılılaşma kaçınılmaz olmuştur. Müslü­manların dünya görüşü ve değer ölçüleriyle bağdaşmayan "Kuvvet Merkezli" batının sosyal yapısı İslam dünyasında sorunları çözememiş; bilakis arttırmıştır. Çelişki ve çatışmaları yo­ğunlaştırmıştır. Bugün teferruatına girmeksizin yaşadığımız dünyaya baktığımızda kuvveti elinde üstünlük ve hak sebebi sayan batı İslam coğrafyasını kan gölüne dönüştürmüştür. Müslüman halklar; hakkın ve haklılığın üstünlük anlayışına dayalı kendi değer eksenli medeniyetlerini üretmek ve ikame etmek yerine batının medeniyet anlayışının güdümüne girmişlerdir. Bu algı batının kaydettiği zahiri başarıların karşısında yenilmişlik psikolojisine girmenin ve kendi değer yargıları üzerinden bir sosyal çözüm üretilemeyeceği düşüncesinin sonucu olarak doğmuştur. Bugün insanlığı ebedi dünya ve ahret saadetine ulaştıracak yegâne nizam İslam nizamıdır. Herkim bunun dışında bir yol, yöntem, çıkış ararsa şüphesiz (Rabbimiz Müslümanları muhafaza buyursun) hüsrana uğrayacaktır. Müslüman gibi inanıp gâvurlar gibi yaşamak Müslümanlık değil açık bir sapkınlıktır.Haktan yana halkın olan bir dünya için esen kalın.
 
                                                                                                               İsmail BAKIRHAN
YORUM EKLE

banner200

banner205