HALEP DÜŞMÜŞ NEYİME!

Kat kat evlerimizin, konforlu dairelerimizin, lüks otomobillerimizin, dünyalık keyfimiz için tatil
planlarımızın, evlatlarımıza dünyalık bırakmak adına kendimizi köleleştirdiğimiz
zamanlarımızın, bizleri Allah yolundan alı koyarak " fitne sebebi oluşturacak" eş ve
çocuklarımızın bulunmadığı dönemlerde; Filistin, Çeçenistan, Afganistan, Cezayir cihadımız
vardı.
Orta doğuda yaralı Bağdat’ımız Bosna’da kıyamımız, Türkiye’de ümmet adına izzetli
yürüyüşümüz vardı. Yolunda İslam’ın kardeşler olalım, acıyı paylaşıp sevgiyle dolalım,
emperyalizmin sağ soluna karşı duralım diye söylediğimiz marşlarımız vardı.
Ey Rus kâfiri ey yüzü kara, inşallah bulursun belanı ara, Afgan, Çeçen kardeşin her yanı yara
diye dertlenişlerimiz vardı.
Kalkar bilek, kavrar yürek, sana İbrahimler gerek, eteğinde her bir yürek, bir gün haykıracak
lebbeyk diye haykırışlarımız vardı.
Yalnız bırakılsak savaş yolunda, olmasa yanımızda yol arkadaşı, karşımıza çıksa bütün bir
dünya, dönmek yok, sürdüreceğiz savaşı. Şehadet bir tutku, bir özlem bize, ölüm bir son değil,
diriliş bize diyen cesur yüreklerimiz vardı.
Kör dünyanın göbeğine, Hak yol İslâm yazacağız. Kuşların göz bebeğine, Hak yol İslâm
yazacağız. Herkes duyacak, bilecek, Saklanmaz gayrı bu gerçek. Yaprak, yaprak, çiçek, çiçek,
Hak yol İslâm yazacağız diye inanmışlığımız ve adanmışlığımız vardı.
Yeryüzü coğrafyasında mazlumun ayağına dolaşan bir taş, bizim yüreğimizi kanatırdı.
Duyarsız ve şuursuz topluluklar olmamak adına meydanlara iner, salonları hınca hınç
doldururduk. Katliamları, zulümleri, işkenceleri yaşayanlar kardeşlerimiz değil sanki biz
olurduk. Tüm imkânlarımızı yeryüzü coğrafyasındaki zalimlerin zulmüne mani olmak için
seferber ederdik.
O asil analarımız süt hakkı altınlarını, yeni gelinlerimiz gelinlik takısı bileziklerini, nişanlı
kızlarımız nene hatun misali kulaklarındaki sevda küpelerini, gençlerimiz ceplerinde para
olmadığı için, yarın ölürsem Allah a ne hesap veririm düşüncesiyle borç bularak alıp geldiği
parayı son kuruşuna kadar kardeşlerine ulaştırmanın cennet duygularını yaşardı.
Hele o meydanlarda birebirimizle kucaklaşmamız, salonlardan ayrılırken vedalaşmamız adeta
şehadet öncesi şehit yüreklerin birbirine dünyada son bakışı, cennette buluşmak üzere
kıvamındaydı.
Ve bizler toplandığımız her yerde tüm zorba ve zalimlere aldırış etmeden ahdimizi andımız
gibi okur, tüm müstekbirlerin diz çöktüğü bir gün gelinceye dek ahidleşir, bileylenir, kenetlenir
yeni kıyamlar için dağılırdık. Dilimiz farklı olsa da; kelimelerimize aynı anlamlar yüklüydü.
Yüreklerimiz aynı gayeler uğruna çarpardı.
Bir gün Allah cc bizi tüm bu zorluk ve sıkıntılardan sonra dünya nimetleriyle nimetlendirirse
onların her birini Allah yonun da ki cihadımızı kuvvetlendirme sebebi bilecektik. Hiçbir dünya
mevki makam ve menfaati bizi Allah yolundaki cihadımızdan alı koyamayacaktı.
Heyhat! Şehrin arka ve ücra köşelerinde bir gecekonduda otururken misafirimiz eksilmez,
soframız kalkmaz, lokmamız bitmez, kapılarımızda kilit görmezdi. Dilimizde zikir, evimizde
şükür, hayatımızda anlam vardı. Şimdi geniş güvenlikli lüks daire, dubleks, tripleks evlerde,
villalarda yaşıyoruz. Bırak bir misafiri, ikinci-üçüncü dereceden akrabalarımız bile evlerimize
gelemez oldu.
Yeni nesiller bir sofranın etrafında aynı tabaktan kardeşiyle dahi yemek yemekten ırak oldu.
Şirketlerimiz, holdinglerimiz, oldu. Ceplerimiz kasalarımız, hesaplarımız para ile doldu. Gel gör
ki, bize yetmez oldu. Herkese yeten aşımız kimseye yetmez oldu. Okuduk üniversite mezunu
olduk. İşçi olduk, memur olduk, müdür olduk, amir olduk, vekil olduk, şöhret olduk, nice imkân
ve fırsatlara erdik.
Hayalini dahi kuramadığımız nimetler ayaklarımızın altına kadar serildi. Yaya gittiğimiz yolları
klimalı lüks otomobillerle gider olduk. Kapısında bekletildiğimiz kurumların en tepesinde baş
döndürücü makamlarda özel kalem müdürlerimiz, hizmetlilerimiz, korumalarımız, oldu.
Korumak üzere yola çıktıklarımızı çoktan unuttuk. Hatırlayanlarımıza ve hatırlatma
teşebbüsünde bulunanlarımıza; zamanın çok değiştiğini, dünle bugünün mukayese
edilemeyecek kadar gerçek dışılığını anlatmaya başladık.
Kendimizi, çevremizi ülkemizi, zulme sebep olan tüm sistemleri değiştirecektir. Fakat
imtihanın en ehemmiyetli noktasının kendi sözlerimizde sebat edip etmeyeceğimizle ilgili
olacağını hiç düşünmedik. Sistemi değiştirmek üzere yola çıkmışlar olarak; zaman içerisinde
değiştik, dönüştük fakat bunu fark edemedik yâda etmek istemedik. Gün geldi sistemi
kuranlardan daha fazla sitemi savunur hale geldik.
Dün ki sözlerimizi bozduk, tüm bunların Talutun ordusuyla geçmesi gereken imtihan vesilesi
içilmez nehir olduğunu unuttuk, kana kana yudumladık ve biz boğulduk.
İşte bu halimizdendir ki; yananlar, yakılanlar, yok olanlar, feryadı figan edenler, ırz ve namusu
kirletilenler, Daha doğmadan ana karnından çıkartılarak kafası kesilip, göğsü kesilmiş
annenin göğsünün yerine kafası dikilen ve morfinin etkisi geçtiğinde buna şahitlik ederek
çıldıran anaların feryadı bizim için bir anlam ifade etmez oldu.
Azıcık ateşlendiği için başında sabaha kadar nöbet tuttuğumuz çocuklarımızın uykumuzu
kaçırdığı kadar; henüz iki aylıkken Müslüman anne ve babanın çocuğu olduğu için Budistlerin
elektrik şokuna tabi tutulan iki aylık bebeklerin çığlığı bizim uykumuzu kaçırmaz oldu.
Hamaset kürsülerinde beylik cümlelerden; ümmetin derdiyle dertlenecek zaman ve imkân
bulamaz olduk. Kâfir sürüsü üzerimize, üzerimize abanırken biz aymazlık ve uyuşukluktan
kurtulamadık, kurtulamıyoruz. Bildiklerimizi unutup, unuttuklarımıza dönmedikçe daha nice
İslam beldeleri tarumar edilecek, nice namuslar kirletilecek, zulmün nice çeşitleri işlenecek.
Uyan kardeşim uyan.
Düşman kapıya dayandı uyan.
Acı bir ateştir seni beni saran.
Yarın çok geç olmadan
Ses ver sesime Ey Kardeşim! Uyan
YORUM EKLE

banner200

banner205