Osman Erilli: Efsane Değil Gerçek ışık Adam Osman Hoca - 2


– MUSTAFA KARAÇOBAN : Değerli Hocam, sizinle yaptığımız röportajın 2. bölüme geçiyoruz. Konuşmalarımıza kaldığımız yerden devam edeceğiz. 1. bölümde “okumak ve çalışmak için” 1949 yılında İstanbul’a geldiğinizi söylemiştiniz. Şimdi bıraktığımız yerden başlayarak tarih sırasına göre devam edelim. Yalnız İstanbul’a geçmeden Alucra’daki hayatınız için ekleyeceğiniz ve toplum tarafından bilinmesinde fayda olan son sözlerinizi alalım. Buyurun efendim.
– OSMAN ERİLLİ HOCA : Alucra’da askerlik dönüşü merkez camiinde Kur’an okurdum. Zamanın “Belediye Başkanı Hacı Lütfi Akmen” beni takdir ederdi. Yazıhanesine çağırır ve okuduğum Kur’an aşirlerinin (âyetlerinin) Türkçe’sini bana açıklardı. Kendisi Alucra’nın önde gelen ilim adamlarındandı. (Allah rahmet eylesin.)
– MUSTAFA KARAÇOBAN : Değerli Hocam, Alucra için son sözlerinizi alarak İstanbul’a geçelim.
– OSMAN ERİLLİ HOCA : Son olarak şu hatıramı anlatıp bitirmek isterim. Belediye Başkanı Hacı Lütfi Akmen benim Alucra Camiine “müezzin” olarak tayinimi yaptırmak istedi. Ben de şöyle söyleyerek kabul etmedim ; “Beni yetiştiren Abbas Tütüncü Hocam dururken, böyle bir görevi kabul etmem saygısızlık olur.” Aslında bu davranışımla kaderimi tayin ederek İstanbul’a gelmiş oldum.
– MUSTAFA KARAÇOBAN : Evet, böylece röportajımızın 2. bölümüne geçiyoruz. Alucra hayatınız şimdilik geride kalacak, Alucra Kur’an Kursu, Alucra İmam Hatip Okulu ve Alucra Yeni Camii için yaptığınız çalışmalar yeri geldikçe size sorulacaktır. İstanbul’daki hayatınızı özet olarak anlatır mısınız ?
– OSMAN ERİLLİ HOCA : İstanbul hayatım Beykoz’da başladı. Kimya fabrikasına işçi olarak girdim. Allah çalışıp ta isteyene istediğini veriyor. Bana da çok istediğim okuma fırsatını nasip etti. Beykoz’da “Medine’li Osman Akfırat Hoca” ile tanışarak ders halkasına dahil oldum. Hoca Efendi gerçekten derya bir ilim adamı idi. Orada “Pamuk Yayınevi sahibi, Alucra’lı Arif Pamuk Hocaefendi’nin ağabeyi Ali Pamuk Hoca” ile tanıştık. Bir süre ders halkasında ve sohbetlerde birlikte bulunduk.
– MUSTAFA KARAÇOBAN : Fabrika ve ders dışında neler yaptınız ?
– OSMAN ERİLLİ HOCA : Çalıştığım fabrikada Ramazan hocalığı yaptım. Bir ara annemin vefatı üzerine 1950 yılında Alucra’ya döndüm. Kısa bir süre kalarak tekrar İstanbul’a geldim. Bu gelişim kalıcı oldu.
– MUSTAFA KARAÇOBAN : Değerli Hocam, İstanbul’a  ikinci gelişinizde ne yaptınız ?
– OSMAN ERİLLİ HOCA : Eski işimden ayrılarak İstanbul Deniz Yolları’nda yeni bir işe başladım. Bu iş yerinde 1950 – 1977 yılları arası 27 yıl çalışarak emekli oldum.
– MUSTAFA KARAÇOBAN : Değerli Hocam, eğitiminize İstanbul’da da devam ettiniz mi ? Ve ne gibi dersler aldınız ?
– OSMAN ERİLLİ HOCA : İstanbul’da Kasımpaşa Cami-i Kebir’de meşhur “Gelibolu’lu Mehmet Yazıcıoğlu Hoca”dan 3 yıl ders alarak “talim ve tecvit” okudum. Kendisi çok büyük ilim sahibi bir hoca idi. İslâm kültür hazinesine “Muhammediye” ve “Envar-ül Aşıkîn” eserlerini kazandıran, Padişah II. Murad zamanının ilim adamlarından “Yazıcızade Ahmed ve Mehmed Bican kardeşler”in soyundandı. (Allah rahmet eylesin.)
– MUSTAFA KARAÇOBAN : Değerli Hocam, anlaşılıyor ki, hiç boş durmuyor ve “malayâni” ile uğraşmıyorsunuz. Başkaca özel bir mesleğiniz var mı?
– OSMAN ERİLLİ HOCA : Askerde sıhhiye onbaşısı olarak görev yaptım. 1958 yılında Beyoğlu Müftülüğü “müezzinlik imtihanını kazandım”, fakat yapmadım. Boş zamanlarımda okumak ve okutmak benim mesleğim oldu.  
– ALİ ERİLLİ HOCA : Babam Osman Hoca’nın halk arasında çok geçerli bir mesleği daha vardır. Bu meslek gençlik yıllarından başlayarak hayat boyu devam eden bir meslek olup, biz buna “barış elçiliği” diyebiliriz. Köyde, ailede, çevre köylerde insanlar arası ve karı-koca arası geçimsizlikleri bir yolunu bularak çözerdi. Yine köyler arası anlaşmazlıkları çözümlemede, barıştırıp anlaştırmada önemli görevler üstlenmiştir. Onun bu özelliğini yakından bilen birisiyim. Bu özelliği bilimsel olarak analiz ettiğimizde görürüz ki; bu iş fıtrattan gelen bir özelliktir, sonradan kazanmak mümkün değildir. İnsanlar her türlü anlaşmazlık ve problemlerde “Osman Hoca’yı hala ararlar.”
– İHSAN TEKOĞLU : Demek ki, Osman Hocaefendi çağdaş anlamda bir çeşit “ombudsmanlık” yapmış oluyor ! Aslında biz bu özelliği Hz. Peygamber Efendimiz’in gençliğinde Mekke’de yaptığı “Hılfûl Fudûl” yani “Erdemliler Birliği” hareketinde görmekteyiz. Ayrıca Türkler’de “Dede Korkut Oğuznameleri”nde ve “Ahi Evran / Ahilik / Kardeşlik İlkeleri”nde görmekteyiz. Kendi öz ve üstün değerlerimizi bırakıp başkalarını “taklit hastalığına yakalandığımız için”, bu değerleri dile getirmeyi “gerilik saydığımızdan dolayı” bir türlü kendimize gelemiyoruz. Taklit hastalığı insanın kendisini inkâr edip yok etme eylemi olup, kişiliksizlik ve kimliksizliktir. Esasen taklitçilik Allah tarafından lanetlenen aşağılık bir hâldir.
– AHMET ERİLLİ : Siz bu güzel örnekleri dile getirdiğiniz için, ben de aklıma gelen örneklerin en güzelini yani Allah buyruğunu hatırlatmadan geçemeyeceğim. Yüce Allah buyuruyor ki; <<Müminler ancak kardeştirler. Öyleyse kardeşlerinizin arasını düzeltin ve Allah’a karşı sorumluluğunuzu yerine getirin ki esirgenesiniz.>> Hucurat(49/10) Babam Osman Hoca bu buyruğa uymayı kendisine meslek edinmiştir.
– MUSTAFA KARAÇOBAN : Değerli Osman Hocam, sizin özellikleriniz konuşuluyor. Bu konuda ne söylemek istersiniz ?
– OSMAN ERİLLİ HOCA : Gençliğim ve hatta çocukluğumdan beri bu işi seve seve yapıyorum, yapanları da takdir edip destekliyorum. Son zamanlarda “İhsan Tekoğlu ve arkadaşları”nın Alucra ve Alucralılar için yaptığı “AHLÂKA VE KARDEŞLİĞE DAYANAN ALUCRA BİRLİĞİ”ne “Çağrı Hareketi” faydalı bir harekettir. Yapılan iş az evvel İhsan Bey’in örnek verdiği üç hareketin çağdaş uyarlamasıdır. Bu Çağrı Hareketi ve yayınladığı “bildiriler” çok önemli, faydalı ve örnek işlerdir, kıymetini bilip değerlendirmek lazım. Kendilerini tebrik ederim.
– İHSAN TEKOĞLU : Değerli Osman Hocaefendi, size toplum önünde teşekkür ediyorum. Ayrıca Ali Hocaefendi’ye de bu konunun gündeme gelmesine vesile olduğu için teşekkür ediyorum. Biz arkadaşlarla birlikte bu yola çıkmadan önce yaptığımız araştırmalarla ve kendiliğinden bize gelen şikayet, teşvik ve tekliflerle arkamızda çok büyük bir destek gördük. Bizzat siz ve Kasım Hocaefendi ile birçok Alucra’lı gün görmüş insan son üç beş yıldır bizi böyle bir harekete teşvik ediyordu. Yapılan toplantılar ve katılan büyük topluluklar bu desteği çoğaltarak devam etti. Alınan kararlar bildirilerle dağa, taşa ve insanlarımıza duyuruldu. Ve neticede yapılan tavsiyeler “meyve vermeye” başladı. Bu güzelliklere sizin de katkınız oldu, çalışmalarımızda örnek oldunuz.
– AHMET ERİLLİ : Hareket tutmuştur, Allah iyi niyetinizden dolayı size yardım edecektir. Görüyorum ki ; <<Ameller (işler) niyetlere göredir.>> Zaten “Çağrı Mektupları”nı ve “bildirileri” önyargısız okuyan bir insan niyetinizin güzelliğini “anlayacaktır.” Eğer “anlamayanlar” olursa, tavsiyem “sabırla anlatmanızdır.” Hareketi benimsediğim için toplantılara katılıp, konuşmalar yaparak destek verdim. Hayırlı ve örnek olmasını diliyorum.
– İHSAN TEKOĞLU : Efendim, hepinize teşekkür eder, insanlık adına en derin minnet ve saygılarımı sunarım. “Bütün Alucralılar Çağrı Grubu Üyesidir.” İşte sizler de böylece üye oldunuz, hayırlı olsun. Çağrı Hareketi hiçbir şahıs ve zümreye karşı olmayıp, tamamen “Bir babanın evlatları arasında ayırım yapmaması gibi; âdil ve tarafsızdır.” Eğer, illa taraf olması isteniyorsa bilinmelidir ki ; “Hak’tan ve Hakikatten yanadır.”Alucra ve Alucralı’lık kimseye babadan kalma bir miras değildir. Hiçbir kimse bu aidiyeti (Alucra’lı olmayı) kötü yönde kullanamaz. İçinde bu konuda yüksek duygular taşıyan ve sizin gibi gerçek anlamda hizmet veren samimi insanların bir değeridir. Bilerek veya bilmeyerek bu değerleri zedeleyenleri uyarmak sadece Çağrı Grubu’nun değil, her Alucralı’nın görevidir. Eğer böyle davranılırsa “Alucralı’lık kıymet kazanır.”
– MUSTAFA KARAÇOBAN : Röportajımızın özelliği tarihe bir ışık tutmak ve “hoş bir seda bırakmak” olduğu için, ben de sizlerin görüşlerinizi yayın organımızda topluma duyurmakla sorumluyum. Bu sorumluluğumuzu etik (ahlâki) değerlere uyarak ve tarafsızlık ilkemizi koruyarak yerine getireceğimize herkesin inanmasını isterim. Yayınlarımızda kimseye saldırmadan ve haberlerde yorum yapmadan “gerçek gazetecilik” yapmaya çalışıyoruz.
– ALİ ERİLLİ HOCA : Mustafa Bey, aldığınız eğitim ve terbiye bu özelliği size verir. Eğer bu özelliğiniz olmasaydı, bu röportajı sizinle yapmazdık.
– MUSTAFA KARAÇOBAN : Ali Bey Hocaefendi’nin bu samimi görüşlerine ve hakkımızda gösterdiği güven ve ilgiye teşekkür ederim.
– ALİ ERİLLİ HOCA : Ben de size teşekkür ederim.
– MUSTAFA KARAÇOBAN : Değerli Osman Hocam, hiç kavga ettiniz mi?
– OSMAN ERİLLİ HOCA : Hayatım boyunca hiç kavga etmedim. Kavgacılık cahilliktir. Biz cahillikle kavga ederiz. Bakın bizim önderlerimizden “Yunus Emre” ne demiş; “Ben gelmedim davi (kavga) için / Benim işim sevi (sevgi) için / Gelin tanışık olalım, işin kolayını bulalım / Sevelim, sevilelim, dünya kimseye kalmaz.” İşte biz de dünya hayatına bu gözle bakıyoruz, biliyoruz ki günü gelince geri döneceğiz.
– MUSTAFA KARAÇOBAN : Değerli Hocam, biz sizi konuşturmaya çalışırken, siz Yunus Emre’yi konuşturdunuz. Aslında sorumuza en güzel cevabı vermiş oldunuz. İstanbul’daki hayatınıza dönelim. Ailenizi İstanbul’a ne zaman getirdiniz ?
– OSMAN ERİLLİ HOCA : 1954 yılında İstanbul’un Kasımpaşa semtinden ev satın alarak, evimi İstanbul’a getirdim. İş hayatım devam ederken bir taraftan da ders almaktaydım. “Talim” denilen Kur’an-ı Kerim’i okuma kurallarını ders olarak seçkin hocalar nezaretinde okuyorduk.
– MUSTAFA KARAÇOBAN : İstanbul’da resmi veya gayri resmi olarak müezzinlik veya imamlık yaptınız mı? Yani din görevlisi oldunuz mu?
– OSMAN ERİLLİ HOCA : Resmi görevli olarak yani “Din Görevlisi” adı altında herhangi bir hizmetim olmadı. Ancak Kasımpaşa camilerinde imamlar beni gördüklerinde sarığı ve cübbeyi bana getirerek namaz kıldırmamı isterler, ben de onları kırmazdım. Dolayısıyla İstanbul’un birçok büyük camiinde fahri olarak imamete geçtim.Yalnız İslâm’da değişmez bir kural vardır. Çok önemli bu kural şudur : “Üç kişi bir araya gelince içlerinden birisi imam seçilir.” Bu kuralı sosyolojik olarak düşünürseniz ne kadar faydalı olduğu anlaşılır. İmam “önder” demektir. Buradan yola çıkarak şunu anlamalıyız ; İslâm insanlığın yeryüzündeki hayatını planla, proje ile ve program yaparak yaşamasını öngörüyor. “İmam sadece namaz kıldıran adam demek değildir.”
– MUSTAFA KARAÇOBAN : Değerli Hocam, imam ve din adamlığı kurumunun günümüzdeki konumunu biraz açar mısınız ?
– OSMAN ERİLLİ HOCA : Son bilgilere göre Türkiye’de 77.151 cami ve mescid var. Diyanet İşleri Başkanlığı’na bağlı personel sayısı 71.693 olup, bunun 49.989’u imam ve 9453’ü ise müezzindir. Bu bilgilerden anlaşılıyor ki din görevlisi açığı var.
– MUSTAFA KARAÇOBAN : Değerli Osman Hocam, bu bilgiler sayısal bilgilerdir. Bir de mevcut din görevlilerinin <<...emanetleri ehline verin...>> Nisa(4/58) buyruğuna uygunluğu hakkındaki görüşleriniz nedir ?
– OSMAN ERİLLİ HOCA : İşte bizim üzerinde durduğumuz en önemli konu budur. Gönlümüz istiyor ki, en küçük mescitlerimizde bile akademik kariyer üstüne özel doktoralar yapmış ilim adamları mihrab ve minberlere geçsin. Bu düşüncelerle ve camiayı en ince noktasına kadar tanıyan birisi olarak “imam hatip okulları” projesine girdik ve Allah’ın izniyle Alucra’da başardık.
– MUSTAFA KARAÇOBAN : İmam hatip okulları konusuna daha ileride gireceğiz. O teşebbüsünüze kadar İstanbul ve Alucra’da neler yaptınız ?
– OSMAN ERİLLİ HOCA : İstanbul’da “Alibeyköy” çalışmalarımız da vardır. Alibeyköy’de arkadaşlarla 1960 yılında Güzeltepe’de cami yaptırdık, imam arıyorduk. Bir gün Fatih Medresesi Kur’an Kursu’nu ziyarete gittik. Orada “Ahmet Vanlıoğlu Hoca” ile karşılaştık. Kendisi yaz tatillerinde imam hatip öğrencilerine 3 aylık özel eğitim veriyordu. Ev problemi varmış, bana bu problemini anlatınca ben de ; Hoca efendi Alibeyköy’de benim bir evim var, sana tahsis edeyim gel otur. Yalnız Alibeyköy’de yaptırdığımız yeni camiye imam ol dedim, o da kabul etti.
– MUSTAFA KARAÇOBAN : Değerli Osman Hocam, Alibeyköy’de bir çok Alucra’lı din görevlisi var, demek ki temeli siz atmışsınız.
– OSMAN ERİLLİ HOCA : Alibeyköy’de cami ve imam işlerinden başka Kur’an Kursu ile de yakından ilgilendik.
– MUSTAFA KARAÇOBAN : Değerli Osman Hocam, doğrusu bu çalışmalarınızı duydukça size gıpta ediyorum. “Bu okuma ve okutma aşkını nereden aldınız?”
– OSMAN ERİLLİ HOCA : Benim rahmetli babam “Ahmet Efendi” okuma yazma bilmiyordu, fakat “Amme cüzü ezberindeydi.” Çok küçük yaşta ailemizde, köyümüzde, Alucra ve İstanbul’da kendimi bu çevrelerin içinde buldum. İslâmi kurum ve kuruluş olarak nerede ne varsa elimle koymuş gibi biliyordum. Müftüler, vaizler ve zamanın maruf ilim adamlarıyla yakınlıklarım olmuştur. Ders ve vaazlarını takip ederek, kendime göre feyz alırdım.
– ALİ ERİLLİ HOCA : Babam Osman Hoca’nın bir güzelliğini de burada söylemeliyim. Babam ilkokul mezunu bile değildir. Hayatında hiç okula gitmemiş ama “Osmanlıca” ve “Türkçe” yazar, okur. Yazısı bizden daha güzeldir.
–  MUSTAFA KARAÇOBAN : Feyz aldığınız meşhur zatlardan birkaç isim verebilir misiniz ?
– OSMAN ERİLLİ HOCA : “Ömer Nasuhi Bilmen, Abdurrahman Şeref Güzelyazıcı ve Necip Fazıl Kısakürek” gibi zevatla görüşürdüm. (Allah rahmet eylesin.)
– MUSTAFA KARAÇOBAN : Değerli Osman Hocam, anlaşılıyor ki, daha bir çok isim sayacaksınız. Onları hayırla anarak, biz sizin diğer işlerinize gelelim. Bu arada sizin “Ali Rıza Demircan Hoca” ile de yakın dostluğunuz olduğunu biliyoruz. Bu dostluk ne zaman ve nerede başladı ?
– OSMAN ERİLLİ HOCA : Ali Rıza Demircan Hoca’nın babası “Faik Efendi” esnaftı. Kasımpaşa’da cami yaptırmıştı. Biz kendilerine ev komşusu idik. Demircan Hoca hafız olup babasının yaptırdığı camide imamlık yapıyordu. Bu genç hafız bir gün bana “Osman Hoca ben okumak istiyorum, camiden ayrılacağım, ne dersin ?” dedi. Ben de bu genç ve okuma aşkı dolu hocayı babasını da ikna ederek teşvik ettim.
– MUSTAFA KARAÇOBAN : Değerli Osman Hocam, sizi yakından tanımayanlar zannediyorlar ki ; siz emekli ve dindar bir insan olarak, arkadaşlarınızla dernekler kurup İslam Dini’ne hizmet eden müslümanlardan birisisiniz. Halbuki sizi yakından tanıyıp gerçek kimlik ve kişiliğinizi görseler ; “hakkında kitap yazılarak, gelecek nesillere örnek olacak hayat yaşamış ; bir adammış” derler. Ne diyorsunuz ?
– OSMAN ERİLLİ HOCA : Estağfirullah diyorum.
– ALİ ERİLLİ HOCA : Babam Osman Hoca her zaman öne çıkmadan fedakârlık yapan bir anlayışa sahiptir. İmam hatipli olmadığı halde bu camiaya hizmet etmiş bir insandır. Osman Hoca deyince akla imam hatip okulları geldiği için ; bir çok insan bize “Osman Hocaefendi’nin hayatını kitaplaştırın” diye teklif ve tavsiyede bulunmuştur.
– MUSTAFA KARAÇOBAN : Efendim bu sayıp döktüğünüz hatıralar iyi biliniz ki, her insana nasip olmaz. Görüyoruz ki hayatınız çok yoğun ve hareketli geçmiş.
– ALİ ERİLLİ HOCA : Mustafa Bey, biliyorsunuz babam Osman Hoca az konuşur, çok iş yapar. Bu anlattıkları belki de yapıp ettikleri ve yaşadıklarının onda biridir. Görüyorsunuz söylediklerini de ağızından zorla alıyorsunuz.
– İHSAN TEKOĞLU : Ali Hocaefendi, şimdi böyle has adamlar için öne sürdüğüm görüşüme gel de hak verme. Osman Erilli Hoca ile Kasım Yağcıoğlu Hoca’yı boşuna gündeme getirmemişiz. Böyle insanları dış görünüşleri ile değil yaptıkları işlerle değerlendirmek lazım gelir. Ben bunu sorumluluk olarak görüyorum.
– AHMET ERİLLİ : Biz babamızın boş oturduğunu görmedik. Sağlığını ve dinçliğini biraz da bu çalışma temposuna borçludur. Hayatı düzenlidir. İslam Dini’ni yaşadığı için günlük hayatı kendiliğinden planlı ve programlıdır.
– MUSTAFA KARAÇOBAN : Değerli Osman Hocam, İstanbul’daki hayatınızın “Alucra İmam Hatip Derneği”nin kuruluşuna kadar olan bölümünün kalan kısmını özetleyerek sizden dinleyelim. Buyurun efendim.
– OSMAN ERİLLİ HOCA : 1961 – 1962 yıllarında Kasımpaşa “Büyük Piyale Paşa Camii Kur’an Kursu” yönetiminde görev aldım. Bu görev sürem 1966 yılına kadar devam etti.
– MUSTAFA KARAÇOBAN : Değerli Osman Hocam, tarih sırasına göre çalışmalarınızı özet olarak kaydedip yazmaya çalışıyoruz. Lütfen devam ediniz.
– OSMAN ERİLLİ HOCA : 1966 yılında rahmetli “Hacı Raşit Taşbaşı” ve “Mevlüt Erilli” ile birlikte Piyale Paşa Kur’an Kursu yöneticiliğine devam ederken bir karar aldık. 14 Haziran 1966 tarihinde “Alucra Kur’an Kursları Genel Merkezi” adı altında bir yeni dernek kurduk.
– MUSTAFA KARAÇOBAN : Değerli Osman Hocam, Röportajımızın 2. bölümünü bağlayarak 3. bölümüne geçeceğiz. Bu bölümün son kısmında en büyük eseriniz “Alucra İmam Hatip Okulu”ndan evvel yaptığınız çalışmaları gözden geçirelim. Sivil Toplum Kuruluşları olarak başka neler yaptınız ?
– OSMAN ERİLLİ HOCA : Yeni kurduğumuz Alucra Kur’an Kursları Genel Merkezi çalışmalarını yürüttük. “Çamoluk”, “Aşağı Zağpa” ve “Eşgüne” Kur’an Kurslarını destekleyerek yardımcı olduk.
– MUSTAFA KARAÇOBAN :  Alucra’nın içinde Kur’an Kursu yok muydu ?
– OSMAN ERİLLİ HOCA :  Asıl merkez Alucra idi.
– MUSTAFA KARAÇOBAN :  Bu çalışmalarınız hangi tarihe kadar devam etti ?
– OSMAN ERİLLİ HOCA :  Bu çalışmalarımız 1970 yılına kadar devam etti. 1970 yılında Kur’an Kursu Derneğimizi isim değiştirerek “Alucra İmam Hatip Lisesi Yaptırma ve Yaşatma Derneği” olarak resmen kurduk.
– MUSTAFA KARAÇOBAN :  Alucra ve yöresinde başka çalışmalarınız oldu mu ?
– OSMAN ERİLLİ HOCA : Alucra’da Yeni Cami veya Merkez Cami olarak bilinen caminin yapılması için bir dernek kurulmuştu. Bu derneği çok çalışkan ve atak bir hemşehrimiz olan “Hacı Yunis Tokaç” ve arkadaşları kurmuştu. Biz de onlara elimizden geldiği kadar destek olduk. (Hacı Yunis Efendi ve vefat eden arkadaşlarına Allah’tan rahmet dilerim.)
– MUSTAFA KARAÇOBAN :  Ne gibi destek, açıklayabilir misiniz ?
– OSMAN ERİLLİ HOCA : Cami projesini yeniden gözden geçirerek daha büyük olmasını sağladık. Ayrıca caminin altına Alucra Kur’an Kursu için bir yer yaptırarak Kur’an kursunu oraya taşıdık. Alucra Merkez Kur’an Kursu Derneği olarak, aynı zamanda cami derneğinin İstanbul’da temsilciliğini yaptık ve büyük katkılarımız oldu.
– MUSTAFA KARAÇOBAN : Değerli Osman Hocam, Alucra Merkez Cami veya Yeni Cami Alucra birlik ve beraberliğinin ilk eserlerinden bir güzel örnektir. Bu örnek çalışmaların devam etmemesini neye bağlıyorsunuz ?
– OSMAN ERİLLİ HOCA : Aslında Alucra’lılar gerçek manada birlik ve beraberlik sağlayabilseler, daha büyük projeler gerçekleştirecek güçteler. Her nedense bir türlü birlik sağlayamıyorlar. Artık bizim nesil yaşlandı. Gençlerin bu tip Sivil Toplum Kuruluşları’nda bir araya gelerek memleketlerine hizmet etmesi lazım. Bizim nesil bu işleri yaşayarak öğrendi ve kendi çapında bir şeyler yapmaya çalıştı. Yeni nesil okuyarak öğreniyor ve üzülerek söylüyorum ki; okuduklarını hayata geçiremiyor. Halbuki “Bilgi Çağı”nı yaşıyoruz. Nerede bu bilgiler ? Neden uygulamaya geçirilip netice alınamıyor ? Her şey devletten bekleniyor, devlet kim ? Devlet ; sen, ben, o, siz, biz ve onlar. “Neden bir araya gelemiyoruz ?”
– MUSTAFA KARAÇOBAN : Değerli Osman Hocam, sizin sorduğunuz bu soruyu ben size soruyorum : “Neden bir araya gelemiyoruz ?”
– OSMAN ERİLLİ HOCA : Nedeni apaçık ortada ; “Benlikçilik Hastalığı.” Bu hastalığı teşhis edip tedavi edersek ; “Bir araya gelebiliriz.” Şimdi burada yeri gelmişken tekrar dile getireceğim. Alucra tarihinde görülmemiş derecede büyük bir hayırlı gelişme oldu. Bu büyük gelişme “Çağrı Grubu Hareketi” adı altında başlatılan iyi niyetli birlik ve beraberlik hareketidir. İlk toplantılarına çağrılı / davetli olarak katıldım, örnek bir hareket olduğunu gördüm ve anladım.
– MUSTAFA KARAÇOBAN : Nasıl anladınız efendim ?
– OSMAN ERİLLİ HOCA : Çağrısından düzenine, gündeminden bildirilerine kadar gerçekten Alucra tarihinde “örnek bir hareket”tir. Tescilli ve faal olan “Alucra Sivil Toplum Kuruluşları”nı hep birlikte divana oturtarak tarafsızlığını ve birleştiriciliğini gözler önüne sermiştir.
– MUSTAFA KARAÇOBAN : Değerli Osman Hocam bu görüşlerinizden sonra, röportajımızın ikinci bölümünü son sözlerinizi alarak bitirelim. Buyurun.
– OSMAN ERİLLİ HOCA : 83 yaşındayım. Yüce Allah buyuyor ki ; <<Her canlı ölümü tadacaktır. Bir deneme olarak sizi hayırla da, şerle de imtihan ederiz. Ve siz ancak bize döndürüleceksiniz.>> Enbiya(21/35) Bu ayeti duyup, işitip haberdar olan insanoğlu hem denemeyi hem de imtihanı kazanmak için ; kendisini gözden geçirerek hazırlık yapmalıdır. Çünkü bu dünya hayatı geçici bir hayattır. Ebedi hayata hazırlık bu dünyada yapılır. <<Dünya ahiretin tarlasıdır. Burada ne ekersen, orada onu biçersin.>> kuralını hiç unutmayalım. Yalnız dünya hayatı geçici derken yanlış anlaşılmasın. Dünyada kaldığımız sürede onun hakkını vermeliyiz. Müslüman çift dünyası olan insandır ve dengeli olması gerekir. <<Hiç ölmeyecekmiş gibi dünyaya, hemen ölecekmiş gibi ahirete çalışmayı>> da unutmayalım. Hepinize teşekkür ederim.
– İHSAN TEKOĞLU : Değerli Hocaefendi, çok güzel ve yerinde bir tespit yaptınız. Dünyada  ve Türkiye’de bazı çevrelerde “Dünya – Ahiret” dengesinde “dengesizlik” yaşanıyor. Bu da bir kısım âyet ve hadisleri “yanlış anlamaktan” ileri geliyor. Siz son sözlerinizle bu dengeyi yeniden hatırlattınız. Ben de teşekkür ederim.
– MUSTAFA KARAÇOBAN : Ali Bey Hocam, siz bu bölümde kısaca bir şey söylemek ister misiniz ?
– ALİ ERİLLİ HOCA : Teşekkür ederim. Alucra ve çevresinde gerçekten böylece bir “aydınlanma dönemi” başlıyor. Kur’an kurslarında yetiştirilen onlarca öğrenci büyük illerdeki imam hatip okullarına bir plan dahilinde gönderilerek daha yüksek eğitim kurumlarına girmeleri sağlanıyor. Şimdi o öğrencilerin arasından önemli makam ve kurumlarda olanlar bulunmaktadır. Çok güzel bir röportaj olduğunu görüyorum. Burada bulunanlara hayırlı ömür dilerim. Esasen doğum, hayat, ölüm, ahiret ve imtihan bir kurallar zincirinin halkaları gibidir. Yüce Allah bu kanununu bize haber veriyor ; <<Mutlak hükümranlığı elinde olan Allah, yüceler yücesidir ve O’nun her şeye gücü yeter / O ki, hanginizin daha güzel davranacağını sınamak için ölümü ve hayatı yaratmıştır...>> Mülk(67/1,2) İşte biz insanlar dünya hayatımızda yaptığımız her işte, attığımız her adımda bu ölçüye uyacağız. İster aile, ister ilim, ister ticaret ister sosyal çalışmalar ve hatta isterse siyaset olsun ölçü budur. Böylece toplum ve insan otokontrol ve otokritik altında düzenli bir hayat içinde olur.
– MUSTAFA KARAÇOBAN : Sayın Ahmet Bey Başkan’ım siz bir şey söylemek istiyor musunuz ?
– AHMET ERİLLİ : Röportajın ikinci bölümünü o kadar iyi bağladınız ki ; <<İnsanlar uykudadır, ancak ölünce uyanacaklar...>> mealindeki uyarı ile noktayı koyalım. Yeter ki uyandığımızda yüzümüz ak olsun. Ben de teşekkür ederim.
– MUSTAFA KARAÇOBAN : Efendim 2. bölümü burada bağlayalım. Osman Hocaefendi’nin hayatı çok dolu geçmiş. Özetlemek bile kitap olur. Hepinize teşekkür ederim.

İnşallah 3. bölüm için toplanırız.

banner200